22 Ocak 2009 Perşembe

Yürek İster


Seviyorum diyebilmek gerçekten yürek işi cesaret ister....ve birde emek...... Ne güzel şey seni seviyorum diyebilmek sana Sevdiğini söyleyebilmek ne güzel... Her zaman, gece gündüz, her saniye SENİ SEVİYORUM SENİ SEVİYORUM SEVİYORUM SENİ Diyebilmek ne güzel.. Bu iki sözü söylemek ve duymak mükemmeldir.... Ama sadece söylemiş olmak için söyleniyorsa hiç bir güzelliği olmaz... Bunu söyleyen size bunu hissettire biliyorsa o zaman size en güzel duyguyu yaşatır bu iki kelime... Kısacası dilin söylediğini yürek desteklemiyorsa ne önemi var seni seviyorumların....

Albatros.

İnsan Yalnızlığa Düşmeye Görsün


İnsan yalnızlığa düşmeye görsün, Yalnızlık sıkıştırılmış bir duygudur. Öğretmenliği güçlüdür. Yoğunluğu fazladır. Bu yüzden insanın içini acıtır. yanlızlık çaresizliktir, yanlızlık kocaman bir boşluktur .Bu yüzden yalnızlığa düşünce insan hesaplaşmalar başlar ruhunda, hep gel gitler içerisindedir. Bazen isyanlarda, bazende sitemlerdedir. Birini öylesine çok seversin ki onun için ölümü göze alırsın, ama gün gelir, o sevgdiğin bambaşka biri oluverir. taş olur karşında bomboş gözlerle sana bakıverir. işte o an tüm can alıcı zehir içine akıverir... Sonrada dersin ki bir gün anlarsın... Ve başladığın noktaya çaresiz geri dönersin....
Sevdiğin taş duvar, bir gün olur gül yaprağı gibi dökülür toprağa... Ayrılıklar girmiştir araya....... Zaman geçer usuldan, acılarla hüzünlerle, ve bir gün o sevdiğin seni Her gördüğü yüzde seni aramaya başlar....Pişmanlık iliklerine kadar işleyip seni anladığı vakitse, artık herşey için çok geçtir....

Albatros..

Aşkta Ayrılık


Aşkı yaşamaya başlarken ne zaman biteceğini, nasıl biteceğini neden hiç düşünmeyiz.Yaşamak istediğimiz o aşk hiç bitmesin isteriz.Oysaki günümüzde aşklar o kadar çabuk tükeniyorki.O işin başka bir tarafı; biz aşkın nasıl bitişini yada aşka başlarken ayrılık en başta düşünüyorsak zaten bu aşk olmaz.Aşkta Bitiş anı ise çoğunlukla bağıra çağıra gelir. Aşk haykırır "bitiyorum beni kurtarın" diye. Taraflardan biri bu haykırışa kulak verip çaba göstersede, diğer taraf onunla aynı fikirde değilse, tek tarafın çabası o aşkı kurtarmaya yetmez.
Aşkı kurtarmak istemeyen taraf sonunda pılısını pırtısını toplayıp çeker gider. Sonra birbiri ardına sorular gelmeye başlar. "Neden Bitti?", "Hata Kimdeydi?", "Başkası mı var?" Bu sorular yanıt bulsa dahi neyi değiştirebilirsiniz ki? Düşündükçe işin içinden çıkamaz hale gelirsiniz. Sizi böyle p.. gibi ortada bırakıp gitmesini içinize sindiremezsiniz. Bu durumda kimisi işi hakaretlere hatta şiddete kadar vardırır. Kimisi nasıl intikam alacağının planlarını kurmaya başlar. Kimisi de kendisini daha sonra daha çok acı verecek olan "Geri Dön" yalvarmalarına başlar. keşkeler hayatınızın bir parçası olur.....
Eski aşkınızın hayali sizde ne kadar uzun süre kalırsa, sizin hayattan kopuk şekilde yaşamanızda o kadar uzun sürecektir. Ayrılıklar böyledir hep işte ruhumuz gitti derken bu gidişe yüreğimiz hayır diyor,bir türlü kabüllenmiyor bu gidişe... Giden gitmiş oluyor ...bilinen tek şey varki kalan yalnızlığın içinde yetim ve öksüz kalıyor...
Sen gittin ya…
Eksik kaldı ömrüm.
Sen gittin ya, sensizliğime döndüm.
Varlığınla başlayan hayatım son nefesini verdi bir imzanla.
Şimdi bana ait olmayan bir yürekte de çarpıyor varlığın.
Sen gittin ya, sana ait bir şeyler kaldı bende.
Hepsini bir gözyaşına koyup bir mendile sakladım

Albatros.

Gitme Dur Diyemedim


Ayrılık anı ne kadarda çabuk oluyor, sanki göz kapaklarının açılması gibi.Dur gitme bile diyemiyorsun, öylece kalıveriyorsun.Şaşkınlığın çaresizliğin diz boyu, gözlerin yerde ağlamaklı ve içinde tarifi imkansız bir acı.Giderken o sevgili sadece seyrediyorsun, yapabildiğin sadece bu.Gitme kal diyorsun sesin çıkmıyor, bırakma ellerimi diye uzatıyorsun kollarını kolların uzanmıyor.Gidişini öylece seyrediyorsun.Ve o en son karenin resmini çekiyorsun gözlerinle.Hiç unutulmamacasına....
Ne kötüymüş insanın aklı ile yüreğinin arasında sıkışıp kalması,ne kötüymüş, sebebsiz bir ayrılığın arkasından gözyaşı dökmesi, yıllar boyu aynalarla kendi başına konuşması...Ve bilirmisiniz ne kötüymüş insanın bildiğini anlatamaması. Ben deyip susması.Sen deyip hep ağlamaklı olması.

Sensiz yaz gecelerinde,üşüyorum çaresiz
Akşamları güneşim,karanlıklar gündüzüm.
Yastığıma dökülen düşlerde gözyaşlarım.
seni unutmak için sana çok muhtacım.

Albatros.

21 Ocak 2009 Çarşamba

Sen yine bilmiyordun


Sana uzak kentlerden birinde zamanın bir yerinde seni ve senli günleri anımsattı aksam günesi...

Onca zamanın üstünde eskimeyen bir düşüncesin şimdi

İnsan hergün anımsarmı aynı gözleri

SENİ SEVİYORDUM ve senin haberin yoktu

Saçlarını izliyordum uzaktan, kulagının arkasına düşüşü ve burnun, herkezden başkaydı işte...

Güldüğü zaman yukarıya bakardı;

Yukarı kalkan başın ve gülen gözlerin vardı...

Ne güzeldiler sen bilmiyordun...

BEN SENİ SEVİYORDUM...

Kalbime sıgmıyordu aklımdan gecenler

Duvarlara, vitrin camlarına, kaldırımlara carpıyordu

Geri dönüyordu, çoğalıyordu

Senin sesini duyduğum masalarda erteliyordum herseyi, herseyi erteliyişim oluyordun

Kalp ağrısı oluyordun,

Birlikte soluduğumuz sokak isimleri oluyordun,

Mevsimler değişiyor ve büyüyorduk,

Dönemeçler geçiyor, köprüler göze alıyorduk ve bazen tekin olmayan suların üzerinden atlıyorduk

Cesurduk...

Ufuk çizgisi maviydi, gün batımı hep turuncu ve kızmızıydı bütün karanfiller...

Ben SENİ SEVİYORDUM sen bilmiyordun...

Sevinçlerim oluyordun arasıra

Sonra herhangi biri oldun,

Yagmurlar yağdı serin haziran aksamlarına

Derken bir gün uzaktan gördüm seni...

Saçların bana inat başın herseye meydan okuyarak işte yine aynı

Kalbimi acıttı her zaman ki gibi...

Değiştik sanıyordum ve sen yine bilmiyordun

Şimdi bunları anlatsa sana birileri kim bilir yada boşver bilme en iyisi...

Çok Uzaklarda




Caddelerde sisli, puslu bir kış ikindisi. Ağaçlarda salkım salkım eski zamanlardan kalma anılar... Yapraklarda yere düşmeye hazırlanan yağmur damlaları... Bir yaprak kıpırdıyor işte, gümüşi bir damla usulca yere düşüyor. Sen sanki, yaprakların arasından bana müzipçe gülüyorsun. Beni her zaman şaşırtırsın zaten. Beni her zaman güldürmeyi bilirsin. Farkına bile varmadan bir şarkı dökülüyor dudaklarımdan "Caddelerde rüzgâr, aklımda aşk var."

Rüzgâr keskin ıslığı ile şarkıma eşlik ediyor. İstasyon Caddesi'nin tenhalığı nedense ilk defa içime dokunuyor. Arabaya binsem ve birlikte gezdiğimiz yerlere gitsem, evimde şiirler okuyorum telefonunu beklesem, telefonunun gelmediği zaman seni başka yerlerde arasam. Sonra sen gelsen yanıma, yine "seviyorum" desen, ben yine senin gözlerinde sonsuzluğa mahkum edilen aşkımı görsem. Ayrıca şarkılar gerçek oldu bu kez. Caddelerde rüzgâr, aklımda aşk var.

Yalnızım, üşüyorum, özlediğimse çok uzaklarda. Bahçeme melekler yağıyor, hepsi de tanıdık. Senden doğan, gözlerinde hayat bulan, bizi koruyan, kollayan ve en önemlisi ikimizi bir araya getiren melekler... Son kez yine seninle gezmiştik oraları. Sen kimbilir belki de, uzak bir kıtanın, uzak bir şehrindesin şimdi.

Benimse herşeyim aynı. Geceleri bodrum katlarına yağmur daha çok yağıyormuş, bugünlerde bir tek bunu ögrendim. Bir de geceleri daha uzun sanki, bitmek bilmiyor. Bana anlatmak için neler biriktirdin içinde? Benim sana anlatacağım yeni birşeyler yok. Dedim ya, her şey aynı. Ama sanki biraz mahsunluk çöktü üzerime, bir de gülüşlerim sanki biraz azaldı. Sen olsaydın hemen anlardın. Sen benim herşeyimdin. Arkadaşım, dostum, öğretmenim, talebem, sevdiğim.

Koşulsuz bir sevgiyle sevdim seni, bağlandım. Sen kimbilir belki de, uzak bir kıtanın, Uzak bir şehrindesin şimdi. Benimse içimde kocaman bir boşluk var. Hayır, Üzülmüyorum, içimdeki boşlukta birtek özlemin yankılanıyor. Hayır, sana anlatmak için yeni şeyler biriktirmiyorum içimde, çok istesen hikayeler uydururum. Ama hikayelerimden önce itiraflarım olacak. Kendimden bile gizlediğim duygularımın itirafları. Sana aşık olmaktan delice korktuğumu, sana bakarken içimin titrediğini. Daha pek çok, sırrımı anlatacağım sana.

Gerçi anlatmama gerek yok, sen zaten hepsinin çoktan farkındasın... Sen kimbilir, belki de uzak bir kıtanın, uzak bir şehrindesin şimdi.

Bense odamda senden uzak. Hayır beni merak etme, üzülmüyorum. Biliyorum, ikimizde yoktuk bu aşk başladığında ve çok iyi biliyorum, sonsuzluğa mahkum edildi bizim aşkımız. Dedim ya, beni merak etme. Üzülmüyorum. Yalnızca biraz, biraz üşüyorum

SON NEFESİMİ SOLU





Saklı kentlerin süvarileriyiz biz unuttun mu?
Ağlama diyorum sana!
Kanarım…yıkılırım…sancılanırım…düşerim…üşürüm…
Ölmek mi istiyorsun? peki önce solu benim son nefesimi.…

Küflenmiş zamanın dişleri arasında yitip giderken rastladım sana…yerle bir edilmiş sokaklarında bir martı can çekişiyordu…kesik kesik nefes alırken soğuyordu bedeni çekiliyordu canı…ılıktı avuçlarıma akan kanı…gözlerinin nemi kan ter içinde bırakıyordu beni…o kanadıkça büyüdü kanatlarım daha sıkı sarıldı ona…yol oldu, iz oldu, düş oldu…şimdi aynı gökyüzünde aynı mavinin peşindeyiz…

ahhh yarası sıcağım…ne çok sevdim o kırılgan kimsenin bilmediği titrek yürek atışlarını,fersiz dizlerinin üstüne çökerken yalnızca Allah’a teslimiyetini…ne çok sevdim adını bilmediğim çiçeklerin açtığı uçurumlarını…derindin ama ben korkmadım kenarlarında dolaşmaktan hatta içine atlamaktan …

İnsan sevdiğine yarasını verir mi?

Evet verir… hem de en çok yarasını verir..çünkü en kıymetlisidir yarası..
herkesten saklarken onları sadece sevdiğine akıtır içindekileri…onda erir onun hücrelerine karışır, yaraları kendiliğinden iyileşir…sonrasındaki hafifliktir işte aşk…

Geciktim belki sana, geldiğimde ellerim soğuk ayaklarım yorgundu ama anla herkes gibi sırtımı dönmek istemiyordum baharına…kanatlarım küçük ama martınınki gibi maviydi düşüm…başlamalıydım bir yerlerden.önce talan edilmiş iklimlerini toparlamalıydım…mevsimlerin olmalıydı kardelenin, çiğdemin, menekşen…sonra yeni tohumlar ekmeliydim topraklarına….küçük kanatlarımla dokundum sana ne güzel açtı goncaların…pınarların kör kuyularını doldurdu…güneş kıskandı parlaklığını…sonra sana bahar geldiğinde demlendim göl/gelerinde…şükür dualarımı okudum yaslanırken kocaman zümrüt yeşili yüreğine…

Yine düştün aklıma…Çay rengi gözlerimden süzülüyor tonlarca ağırlığındaki iki damla…sol yanım uğulduyor…halsiz,küskün içimdeki çocuk kırdı bütün oyuncaklarını…nerdesin şimdi hangi yıldıza bakıp “ bu çoban yıldızı” diyorsun sonrada “yok aslında o bir uydu” diye söyleniyorsun…hangi kuşa anlatıyorsun beni…yine giydim hüzün entarimi, sensizliğin tespihini çekerken kopartıp fırlatıyorum onu sesini astığım duvara…işte çöktü yine dizlerinin üstüne umutlarım…sızılarım arttı…içimde sen,parmaklarımda fesleğen kokusu,saçlarımda akasya çiçekleri …neden susturamıyorum içimde ağlayan çocuğu…

Çaresizlik ne illet bir sancı…ne öldürüyor ne yaşatıyor…söylesene martım..Kırsam bütün sokak lambalarını fark eder mi bir kör için...yada bildiğim bütün yollara döşesem mayınları önemi var mıdır ayakları olmayan biri için…say ki ben bir körüm say ki benim ayaklarım yok…

Senli ne çok resim var gözümde…o resimlerdeki gözleri karşıma alıp ne çok konuşuyorum bir bilsen seninle.sigaranı her yakışın da “içme” diye feryadım hep aynı iç acısıyla…ağrın olduğunu gördüğümde endişeli hala dudak bükmelerim…

Alıp götürmeliyim seni gözlerindeki ülkelere… güneş saçlı,su yüzlü çocuklar var orda…denizler yüzüyor tenimizde, kayıkların hepsi gökyüzünde, uçurtmalar çocuk uçuruyor, kuşlar haylazca sapanla taş atıyor bize, gün döndüler güneşten daha büyük…sen akasya ağaçlarını toplayıp demet yapıyorsun bana…sen ırmakları belime sarıyorsun,ben koşuyorum denizlerine…sen ayaklarıma rüzgarı giydiriyorsun...ben esiyorum dağlarına…sen yağmuru takıyorsun yüzük parmağıma ben yağıyorum her toprağına…kim demiş cenneti görmek için ölmek gerekir diye… alıntı