31 Ekim 2008 Cuma

Sisli Akşamlar


Sırtımıza hançeri vuranları tanıyorduk ama faili meçhul cinayetlerin maktulü gibi görünmeyi yeğledik dostlarımızdı diyecek değildik, bu yüzden gidişlerimiz olmadı Hiç, bundandır kaçışlarla tanışıklığımız. kök salamayışımız, sohbetimize kurşun sıkılması bundan..Koşmak delicesine sevdaya yürümek sevdaya ömür boyu yılların nasıl geçtiğini düşünmezdik beraberken üşümezdik sokaklarda yollar bize kısa caddeler bize dar gelirdi asla yalnız kalmazdık senin bir parçan bende benimki sende biz sevmeyi biliyorduk biz düş kurardık.Yine diyorum ki sevmenin zamanı yoktur ve çözülmeyecek şeyleri sevgiyle çözersiniz o sevgi yumağını içinize bir gün alabilirsiniz ne sizin hüzünleriniz kalır neden karşındakinin.
Karanlık gecede ışıksın penceremden süzülen aydınlıksın sen hazan mevsiminde ben yaşardım yalnızlıklarda gözlerine baktığımda gülmek vardı hayatımda bir sen varsın birde yine sen seni seviyordum. Çığlıklar kalıyor yankılarında çıkmaz koridorların. kuşlar şiir göğü boyayıp geçiyorlar. Kapanırken yüreğimin yaraları usulcada olsa kan sızıyordu çeperinden sessizce kanıyordu isimsiz sevdaların ardından söylenen türküler gibi ağlıyordu bir başına.Bu gün sen gidiyorsun bulutlarda ağlıyor gidişine. Karanlık dağlardaki ak çiçek yıldızlar aşkımıza şahitlik edecek dil şad olacak diye bilmem ki daha kaç bahar geçecek belki mevsimler bitecek, kuşlar göçecek ama aşkımız sonsuza dek sürecek sonsuza dek...Yorgun eylüllere değmiş bakışın. saçlarında hangi mevsim uyandı. söndü gözlerinde nice yıldızlar, gölgene dokunan denizler yandı.Fırtınalar kopar, yüreğimin prangalarında. Şakır şakır şakırdar, zincir sesi kulaklarımda, ellerim titrer, sesim çıkmaz avazlarımda.Yaşam insanıdır hayata dair seninle var olmak bu dünyada aynı yeryüzünde havayı koklamak ne güzeldir bir bilsen iyi ki varsın. Onların gözlerine bakınca gülüşün gelir aklıma Yüreğinin altında aşk'tan sırılsıklam olmak en güzel duygu Yağmurları sevdiğim gibi Seni seviyorum..Seni görüyorum, susuyorum ömrümdeki en çığlık makamda ve yine bir çığlık makamda nasıl susulur ben sende öğreniyorum .Hani kendiliğinden düşer ya ateş yüreğine yanarsın, ve sonra bir titremeye mağlup olur bedenin üşürsün, çünkü soğuktur sevda ateşi zamansız bir sonbahar ve sarı bir yaprak düşer yavaş yavaş yere ve bir aşk başlar, sevda yanar yıllarca bekleyişin ardından.Yapraklar dökülür her sonbaharda gözümden yaşlarda,yapraklarla bir aşkın hazin öyküsü gelir aklıma, her sarı yaprakta,bir aşkın daha bitişi yaprak doğaya aşıktır ağaçsa yaprağa ama rüzgarla savrulur düşer hayat verir toprağa.Geceleri uyuyorsam artık çok zamandır düşlerime girmiyorsan güneş aydınlatıyorsa gündüzümü bil ki seni unutmuşum demektir.Eğer ki dinlersen suyun sesini rengine bakarsan daldığın ufkun esen rüzgârlara kat nefesini nefesin gerçeği sana okusun.Aşksa bu gecelerce seni düşünmek haberin bile olmadan sensizliğe kanmak yudum yudum zehirlemeli,zehirlesin beni alabildiğine yalnızlıksa bu.Sen beyaz güvercin konar göçersin bense ayrılıkları sayıklamaktan adını unutmuş yorgun bir şairim fakat çok iyi bilirim gözlerinden girilebilir ancak cennetin mavi bahçelerine..Düşlerin bittiği yerde gerçekler başlar düşlemek çok güzel ama gerçekler zor inan gerçekler zor.Bir haykırış acımasız yarınlara,yollar dağlı sensiz yaşam bozuk haykırıyorum ebedi sana,umuda haykırmak inanç seslenişi seni seviyorum. Bıraktım yalnızlığı sana geldim sonsuzdan kaçtım sana geldim kollarında bir ben yada ölü bir bedenim seni seviyorum birtanem,bu beden senin. Şakağımdaki kirli namlunun sıcaklığında, ta göğsümü delip geçen isyan haykırışında, sensizliğin yokluğunda, yapayalnız yine ben vardım.Bir temmuz günü terkettiğin bu şehre yalnız dönmeyeceksin. biliyorum ve korkmuyorum artık koridorlar, caddeler ve sisli akşamlar olmayacak hayatımda.

Nereye Gitti Bu aşk


Ağaç kovuklarına, yıldızlara, denize, gökyüzüne bakar oldum...
Ya geldiği gibi gidiyor ben görmüyorum, ya da bu aşk değil diyorum..
En çok da tüketiyoruz sanırım...aşk tükenir mi?
Tüketici bir toplumuz ne de olsa...üretmek zor geliyor sanırım..
Ya da biz çoğalmayı yanlış algılıyoruz...
O zaman ne kadar çok çocuğun varsa o kadar aşıksın..
Aşk çoğalmak değil midir sevdiğinizin avuçlarında?
Her daim gözlerimizde bir çift göz aramak değil midir?
Ya da kollarında uyurken, sevdiğinizin kokusuyla hayatı bütünleştirmek değil midir?Hayatın sıradanlıklarını unutup, sevdiğinizin yanında yaşlanmayı göze almak değil midir?
Bir dokunuşuyla bir kelebek olmak değil midir?Her an onu hissetmek, yolda yürürken adımlarınızda sevdiğinizin adını hecelemek değil midir?
Sevdiğinizin yokluğunda kokusunun hep burnunuzda, yüreğinizde olması değil midir?
En karanlık anınızda, en acı, en kötü, en yenik halinizde bile, yaşama sevincinizin hep gözlerinizde kalması bir mum ışığı olması değil midir aşk ?
Yaşamla aşk arasında kopmayan bir bağ vardır...
Aşk nefes almaksa yaşarken, gerçek değerleri unutmadan yüreğinizin çırpınmasıysa, kalbinizin her atışı bir umutsa, gözleriniz bir kuş olup uçmak istiyorsa hayata, papatyalara, dağlara, maviye...İşte budur aşk...
Eğer yaşıyorsanız ve aşık değilseniz siz sadece yaşadığınızı sanıyorsunuzdur.Bunu aşık olduğunuzda anlayacaksınız.
Ya yanlış anlayacaksınız aşkı,en ucuz olanından arabesk sevdalarda tükeneceksiniz, ya da aşkla hayatı bütünleştirmeyi, bir ömür sürse de acısı omzunuzda bir işçi gibi taşıyacaksınız.
Attığınız her adımda, biraz daha ağırlaşsa da yükü, bir ömür bekleyeceksiniz sevdiğinizi...
Ve hep arayacaksınız...
Nerede mi?
En kalabalık anınızda bile yıldızlara bakarak....
Gözleriniz mavi bir nehir olup aktığında her bir damlacığın düştüğü yerde..Yılların acımasızlığına direnmeye karar verdiğiniz hayallerinizde...
Peki aşkı tüketmek nedir?Nasıl tükenir bir aşk?
Eğer tükeniyorsa aşk, ya o aşk değildir, ya da ben aşkı yanlış anlıyorum..
Ölümsüzdür benim için...
Ya da benimle ölür aşk...
Kime söylediysem bu yüzyılda garip bir anlayış gibi geliyor herkese...Her bitiş yeni bir başlangıç...gidenin yerine yenisi gelir...
Eee en ucuza kim verirse aşkı, ona mı gidelim?
Pazar yeri gibi...alıp satabilir misiniz aşkı?
Eskidi, hadi değiştirelim...aşkın ticareti olur mu?
Ne kolay tüketiyoruz her şeyi...
Bu kadar kolay tüketirken hayatı, zamanı bir bozuk para gibi harcarken en anlamsız hırslara, en değersiz şeyleri değer sayarak, insanlığımızı yok sayarak yaşamayı becerebiliyorsak;
hayata, haksızlıklara, adaletsizliklere, bu kadar duyarsız kalabiliyorsak,

Alıntı

En Masum Günahımdın


Varlığın acı veriyor olsaydı bana;
Seni ölüme sevmez,
Gelmeyeceğini bile seni beklemezdim hala.
Ben sensizlikte bile "seni yaşıyorum" sevgili... ”

“ Sen bana “ bir ömür “ uzakken ben sana bir nefes kadar yakınım sevgili.
Gelmeyeceğini bile bile ben hala seviyorum seni. “

Gün gelecek,
Adımı unutmak zorunda kalacaksın
Puslu gecenin yorgun sabahında.
Bir kibrit çakıp yaşananlara,
Tek tek yakacasın benli hatıraları
Ömür defterinin en masum günahında.

Duvarlarında asılı takvimlerden düşen
Bir gün gibi,
Ağladığında yüreğine gömülen
Bir hüzün gibi
Yavaş yavaş eriyeceğim dudaklarında.
Ama ben sana inat,
Yokluğuna inat,
Bedenimle közleneceğim günahlarında.

Seni benden alan kadere,
Tek bir kelime etmeden
Seni içimde yaşatacağım.
Çünkü ben senin;
“ Bedelini yüreğimle ödediğim
En masum günahındım….”

Alıntı

Masallar


Daha uyanmamalıydık masallardan.Ne zaman bitti o eşsiz ormanlar, yollar? ne zaman ayrıldı yolları şehzade ile ipek kızın? ve ne zaman vazgeçti yakışıklı prens yüzyıl uyuyan güzeli uyandırmaktan? Ne zaman yoruldu aladdin lambasını ovmaktan? iyilik perileri, sevimli cinler şimdi neredeler? Daha uyanmamalıydık...Masallar hep o renkte ve aynı inandırıcılıkta kalmalıydı kalbimizde.Bir şey oldu, bir yerlerde.Büyüdük mü küstük mü birşeylere ne; inanmaz olduk masallara.Dinlemez olduk ve anlatmadık bir daha.Belki anlatılacak masalımız kalmadı, çabuk yordu hayat bizi.Oysa ne güzeldi küllerinden yeniden doğan Anka kuşu, Kaf dağının ardındaki o gizemli ülke, lal bir oba uşağı ile güzeller güzeli bey kızının başkaldıran sevdası.Nasıl özlüyoruz geçmişi...Neden özler ki insan? Hele birde mutsuz bir çocuksanız...Çocuktuk çünkü.İnanıyorduk.Köprüler geçmemiş, aldatmamış, aldatılmamış, bedeller ödememiş, ayrılık ve hasret mektupları okumamıştık.Ve dizlerimizi kanatmamıştı henüz hayat.İnanıyorduk, duruyduk, saftık, çocuktuk.Şimdi anlatacak bir masalımız bile yok, bir köşesine sığınacak...

Sana Kaybetmek Düşer


Yani diyorum ki aradan geçen onca yıldan sonra bir de dönüp bakarsın ki hepsi kocaman bir boşlukmuş...
Sen saçımı süpürge ettim diye övünürken yıpranan eski süpürgenin en iyi ihtimalle kapı arkasına bırakıldığını fark edersin...
En iyi ihtimalle kapı arkasında kaldığını anladığında üstelik...
Bu yüzden mazlum olarak yaşamayı tercih etmek yanlış olmalı diyorum.
Bu yüzden kimse kimseyi kandırmasın diyorum.
Bu yüzden kimse kendisine yalan söylemesin diyorum...
Arkadaşından daha çok üzülemez kimse arkadaşının kederli yalnızlığına...
Uzantısı bir biçimde kendinde bitmiyorsa, hiçbir felaketin fazlaca önemi yoktur günümüz bencil insanının değerlerinde.

Yalan mı?
Tercih edilmeyen olmak öfkeli ve yalnız kılar insanı, bilirim!
Oysa hayatta her şey yüzde elli ihtimal üzerindedir.
Ya terk edilen kişi olursun ya da uğruna her şeyin feda edildiği...
Ya bırakılansındır ya da bırakan.
Ya kurbansındır ya da kahraman...
Ve çoğu zaman hayat her iki uç arasında sürükler insanı.
Ömrünün bir noktasında zafer sarhoşluğu yaşarken bir bakarsın ki yenilmişsin...
İşte o zaman, kazandım ya da kaybettim sanmanın bir önemi kalmıyor...

O halde?
O halde?

O halde sevgili okur...
Neden kurban olmanın güzel olduğunu sanıyor insan?
Kendine acımayı ve acındırmayı neden seviyor?
Yani diyorum ki:
Düştüysen eğer, düştüğün yerden neden kalkmıyorsun?
Daha ne kadar ağlayacaksın orada?
Ne kadar sızlanacaksın?
Asil, acılı, mazlum bir zavallı kurban olmayı kabul etmek hiçbir şey kazandırmayacak sana.
Senin hayatın akıp gidecek gözlerinin önünde.
Ve o hayat sen her anlatmaya kalktığında can sıkan sıradan hikâyelerden biri olarak kalacak...
Üzgünüm...
Kaybeden rolünü bu kadar benimsersen, sana daima kaybetmek düşer!
alıntı

30 Ekim 2008 Perşembe

Boşluğuna Sarılırım Her gece


Boşluğuna sarılıyorum her gece…üşüyorum…yokluğun buz gibi vurmuş evime ve yürek odalarımın duvarlarına.duvarda asılı resmin bile bakmıyor gözlerime…her gece sensizliğime içiyorum buz kesen evde.

Kalbim hala beklemeli aslında.geleceğinin ihtimaliyle beklemek esas duruslarda…yorgunluk veren bir şey bu.'çık gel istersen.'diyorum sensizliğimde,bana bakmayan resmine…

Acılarla vuruşuyorum ve yalanci acılarla avuturcasına geçiştirmeye çalışıyorum kalbimi.her şeyi sadece senin için yapmaya çalışıyorum sevdiğim…

Bu sana kaçıncı haykırışım sevdiğim….her birinde ayrı bir ve ayrı bir acısı var aslında.artık tükeniyorum her boşluguna sarılmalarda.ve ölüyorum her an üşümelerde…

Hiç bir şey olmayışın kadar yıkıcı olmadı sevdiğim…kapılarım hala aralık ve yolu hala aydınlık.sen geleceksin ümidi ve ihtimaliyle yirmi dört saat beklemeliyim sevgili…

Bir şey hala kopmadı içimde…en başta sen canım,en başta sen baş tacım…anlamsızlığa susmalar var içimde.sadece sana konusuyorum sevdiğim…sana yazıyorum tüm güzel kelimeleri…

Vakti dolmadan ömrüm,gel sevgili…bilki ben çok acılar yaşadım sevdiğim…ama bu başka, bir başka.

Gel yürek odalarıma canım…

Gel…çünkü beklemeliyim.

Gel…çünkü boşluğuna sarılıyorum.

Gel…çünküler bitti artık.

ÜŞÜYORUM

Hep Seni Düşünürüm


Şu anda cok uzaktasın, beni düşünüyor musun, bilmiyorum? Ama ben hep seni düşündüm bugün, hiç aklımdan çıkmadın, attığım her adımda, yaktığım her sigaramdaydın....
Seni öyle cok özlüyorum ki, zaten cok uzaklardaydın, bugün klavyeme dokunan parmaklarım bile sana kavuşamadı...Bugün bir başka hüzün çöktü yüreğime, ne yapsam,ne etsem silinip atılamadı.

Seni şimdiden öyle çok özledim ki...İçim acıyor, sanki anlamsız bir keder çöreklendi yüreğime, gitmek bilmiyor...

Seni öyle çok seviyorum ki, istersen sor bugün benimle olan yüreğime akan gözyaşlarıma sor istersen, yüreğime sor, giderken yanına aldığın yüreğime sor, anlatsın seni ne çok sevdiğimi....ne cok özlediğimi...

Seni öyle çok özledim ki, sanki bugün yine bu sehir benimle ağladı...Gözyaşlarım yağmurun kilere karıştı....hava kasvetli, ben bir büyük acı.. senden başka kim bilebilir, çektiğim bu sancıyı?

Yürüdüm yağmur da, ellerim üşüdü yine....

Gözyaşlarım, yağmura karıştı....Yüreğim ise sıcaktı, Giderken yanında götürdüğün için o hep ılık bir sevda sıcaklığındaydı.....

Biliyor musun? ne zaman biri bana canım dese, senin seslenişin kulaklarımda çınlıyor, irkiliyorum, mutsuz musun gene? Gene yüreğin mi acıyor diye düşünüyorum...Ne zaman yalnız birini görsem, senin suliyetin sanıyorum, ne zaman bir ayak izine takılsa gözlerim, yüreğime geldiğin günler de bıraktığın ayak izleri aklıma geliyor, ürperiyorum.....

Yokluğunda neleri yitirdim... sen yoksan, gül güzel kokmuyor eskisi gibi, ne de güneş içimi isitiyor, ne de yağmurdan sonra toprak kokusu geliyor burnuma, buram buram...
Yokluğunda neleri yitirdim, sen yoksan artık gülüşüm bile içten değil, şen kahkahalar atanlara imreniyorum hanidir...sen yoksan, ipekler bile dalıyor bedenimi, sakın yanlış anlama.. sitemin sana değil birtanem, sitemim aşka...

Sana aşık olmasam, sensiz günlerde böyle mutsuz olmazdım, sen, sen diye yakarıp, sabahlara kadar yıldızları saymazdım...Görüyor musun yokluğunda neleri yitirdim...ama sitemim sana degil.....sitemim AŞKA! ! !

SANA NASIL SiTEM EDEBİLİRİM? BEN SADECE SENİ SEVMESİNİ BİLİRİM

Alıntı

Bir renk Düşünüyorum


Bir renk düşünüyorum duygularımızı anlatacak, hislerimizi açıklamamıza yardım ederken sırrını, gizemini içimde saklayacak. Öyle bir renk olmalı ki bu, her duruma, her koşula, üzüntü, sevinç, keder ya da mutluluk tüm duygulara eşlik edecek. Öyle bir renk olmalı ki, hemen her yerde bulunacak. Her bir bakışta tonlarını konuşturacak.
Bazen bir beyazla birleşip en açık halini alırken, bazen en koyusu olup, gizemi ile ağırlaşacak. Baktıkça bakası gelecek insanın; baktıkça yeni pencereler, yeni dünyalar açılacak içimde sessizce, derinden...
Baktıkça insana huzur ve dinginlik verecek, ferahlatacak içini. Arzulanacak delicesine, hep istenecek, biraz deli, biraz çılgın olacak ama masumiyetini her daim koruyacak. Uyumlu olacak, sevgiyle bakan gözlerdeki ışıltıyı heyecan damlaları ile gerisin geri verecek. Paylaşmaya açık olacak, diğer renklerle hoş alternatifler yaratacak. Gün ışığındaki tadına doyulmaz güzelliğini, gece ay ışığındaki büyüsünde hissettirecek.
Öylesine alımlı bir renk olacak. Diğer renkler alınmasınlar ne olur. Ama bu duygulara en çok yakışan renktir MAVİ.
Mavi hayallerin rengidir. Mavi rüyalardadır. Mavi hayallerin gerçekleşeceği tek renktir. Başınızı kaldırıp gökyüzüne bakın bir bahar sabahı. Öyle bir mavi ile karşılaşır ki gözleriniz, tüm bedeninizi sarıp sarmalar aniden.
Yüreğinizi kıpır kıpır ettiren duygularınız alevlenir, sizde evreni kucaklamak istersiniz kollarınızla evreni ve sevdiklerinizi. Bir yaz günü sahilde, minik çakıl taşları ile oynaşan denizin rengine ne demeli peki?
Her bir noktada, her bir uzaklıkta değişen renk ahengi ile size kademe kademe hislerinizi konuşturmak için ön ayak olmuştur adeta. Tutkularınızın sıcaklığı tüm bedeninizi sarıp dayanamaz hale geldiğinde ise serin bir mavilik sizi yeniden doğmuş gibi yapacaktır. Yeniden doğuşun güzelliği içinizdeyken dalarsanız derinliklere daha da koyu ama bir o kadar da serin maviler karşılayacaktır sizi.
Yer yer içiniz ürperse de hoşunuza gidecektir bu durum. Biraz sarhoş, biraz tutuk ama mutlu bir yorgunluktur bedeninizdeki. Gecenin kopkoyu karanlığında yalnız bir başınıza kalırken duygularınızla, yine mavi en dayanılmaz rengi ile size eşlik edecektir masumca. İşte mavi o anda size yıldızların parıltıları ve ayın büyülü ışığı ile aslında yalnız olmadığınızı haykıracaktır sessizce. Gözleriniz yıldızlardayken, diliniz konuşmasa da konuşan yüreğinizdir o anda.
Öyle gizemli bir büyü ile yollar ki mesajlarınızı sevdiğinize, aşkınıza ya da özel dostunuza. Geri dönüşlerini kalbinizde hissedersiniz yürek çarpıntılarınızla birlikte yine son derece masumca. Mavi öyle bir renktir işte. Size huzur ve dinginlik verirken, hislerinizin en güzel tercümanı olur. Gözlerinizin ışıltısı, yüreğinizin çarpıntısına eklenirken; bir avuç su uzatsa sevdiğiniz size... Sevilen kişinin avucundan içilen bir yudum su gibi içiniz hep aydınlık kalır bu renkle.
Nasıl doyamazsanız o bir avuç suya ve en güzel tatlılardan bile daha tatlı gelirse o suyu içmek; işte renklerden mavi de öyledir. Baktıkça bakasınız, daldıkça dalasınız gelir... derinlere çok daha derinlere... Taa ki hayal dünyanızın bile hayal edemediği o gerçeği yakalayana değin. Maviliklerde huzur ve dinginliği yakalayanlar ve hayal kuranlar için...
Hayallerine bir gün kavuşmaları dileği ile...
alıntı

Ertelenmiş Zamanlar


Ertelenmiş bir zaman, hiç yaşanmamaya mahkumdur..Hayallerin bekleyişini yalnızca bir pişmanlık karşılar...Mevsimleri, ayları ve haftaları saymaya kalktığında, ömür yaşanmamış bir bahar gibi tükenir, kaybolur gider...
Sevdiğini bulmak ya da bulduğunu sevmek tercihi en zor olan iki seçenektir yaşanan bu hayat sınavında...Boşuna akan ırmaklar mı var yüreklerde, sebepsiz mi coşkun bir denizde maviye olan özlemler...Ufukta görünen o ki, mutluluk tek kişiliktir aslında...Karşımızdakinin çabasına ihtiyacı yoktur mutluluğun...
Sevginde sevebildiğin kadar büyüktür, sevdiğin sürece meydan okur dünyaya... Sevip te sevilmiyorsan, karşılık bulmuyorsa sevdan, masumane bakışlarınla baktığın gözler seni görmüyorsa hasretle beklenen gelmez hiçbir zaman, o hasret yüklü zamanı yalnız ve tek başına tüketirsin......
Ama boşa geçmemiştir dolan vakit...Heba olan, yazmaya çalıştığın şiirlerin de değildir...Türkülerin diliyle yas tuttuğun ıssız geceler, sırdaşlığını hiç terk etmez...Kıymetini bilmediğin kır çiçekleri yeniden açar, o içinde özenle sakladığın gül solarken... Yıllar geçse de üstünden, ayrılanlar hep aynı acıyı çeker...
Ama yollar hiç bitmez.. Sonuna yaklaştım dediğin yerler, birer duraktır aslında...Ve sen yolculuğunu gönüllü olarak bitirmişsindir o durakta..Güneş hep geç doğmuş gibi gelir sana..Hep bir umutla beklenirken sevda habercisi, yüreğini teselli etmek de sana düşer...Her şeye rağmen ürkütmesin seni bu sevdanın ateşi...
Her yangın, ilk önce başladığı yeri yakar...Sana küçük, kendime büyük gelen yüreğimde, yıllar geçse de senin adın yazar..

Ve bil ki sevdiğim, uslanmaz ruhum yaşadıkça seni sever, seni sevdikçe yaşar ve mutlu olur.

Alıntı

Git Ama Birazıcık Umut Kalsın İçimde


Git ama birazcık umut kalsın bende.Uzaklaş benden,yık geç herseyi,içimdeki seni, içindeki beni ama ne olur biraz umut bırak.Bi aralık kapı bırak..

Yasamam için tek nedenimken böyle zamansız terk etme beni..Sensiz yasayabileceğimi düşünebiliyo musun? Peki ya sen bensiz yasayabilir misin? Düsün..Yasarım diyosan git,kapı orada ama diyorum ya kapıyı aralık bırak.Olurda geri dönmek istersen beni bu kapının arkasında bulabileceğini bil.İstersen geri dönebileceğini bil ama bu kapıyı kapatırsan benim yeniden açacak gücümün olmadığını da anla.Savasacak gücüm olmadığını bil senin için bile..

Hersey paramparçayken gidiyosunki ve giderken,öyle büyük bi parçamı yanında götürüyosun ki, toparlanmamın imkansız olduğunu bilerek, bundan önce yasanan herseyi silip atıp öyle ani zamansız gidiyosun ki.Kal diyemiyorum, desem kalacaksın belki de kimbilir..

Bu sayfaya yüzlerce ‘’KAL’’ yazmak isterdim şimdi ama yapamıyorum..
O yüzden git ama biraz umut kalsın. Git ama geri dön..
Git ama arkana bak bi kerecik. Beni nasıl parçaladığını gör öyle git.Senin çektiğin acının bin katını sadece gitme fikrinle bana çektirdiğini anla öyle git…
Elvedasız bi ayrılık olsun. Hoşçakal bile deme.. Diyorum ya bari senden geriye bi umut kalsın bana..
Beni benden al ve git. Pişman olma. Sadece bi ihtimal su kapıyı aralık bırak. Ağır sözler söyleme giderken. Geri dönüsü olmayan yollara sapmamıza neden olma.. Düsün ve gideceksen öyle git…
Git ama biraz umut kalsın senden geriye ve bu kapının arkasında bekledigim her saat hergün ayak sesleri olacak kulağımda artık ayırt edebildiğim, beklediğim seninki.. Unutma..

Beklemek.. Sessiz ve kimsesiz.. Ve zaman, ölüm, ask hep benimle düşümde..

Alıntı

Kahve Tadı


Her kahve aynı tadı taşımaz...
Nerede içiyorsan, kiminle içiyorsan ona göre degişir...

Sahilde oturduğun rüzgarlı bir sonbahar günü, en sevdiğin dostun ağlarken içtigin kahvenin tadı kederlidir...
Kahve telvesine yüreginin acısı karışır.

Bir pazar öğle sonrası annenin 'hadi bir kahve yap da içelim' dediği kahve huzurludur... Köpükler annenin göz bebeklerine yansır... Dudağının kıyısında kalan küçük bir gülümsemedir...

Bir gece vakti zil zurna sarhoş birinin içtiği kahve düşülen kuyudan çıkma cabasıdır...
Koyu kıvamlı kahverengi bir ipe tutunur çıkarsın...
çıktığın an uyuyakalırsın... ferahlıktır! ! !

Dostlarla içilen kahve neşedir...
Kahkahalar köpüklerin üzerinde yüzer...

Tek başına gece vakti balkonda içtiğin kahve yalnızlıktır...
Acıdır tadı...
Ama garip de bir keyfi, lezzeti vardır...

Baban için yaptığın kahve sevgi doludur...
çay bardağında, az şekerli...
Kahve gibi görünmez sana...
Ama sıcaktır dumanı tüter ve kokusu büyülüdür...

Beklemediğ in bir anda sana uzatılan kahve baskadır...
Isıtır insanın içini...

Yorgun olduğunda içtigin kahve hafifletir seni...
Kendine getirir, unutturur günün ağırlığını...

Kahve aynı kahvedir belki... köpüğüyle, rengiyle, dumanıyla aynı kahvedir ama icilen kahveler ruhunun süzgecinden geçer ve tadlari degişir...


Her kahve aynı değildir bu yüzden...

Alıntı

Hep Derizya Yalnızlıktan Mutluyum...Yalan.


İçimiz zayıflıklarla dolu olsa da hep güçlüyü oynarız. İtiraflarımız, özellikle de kendi kendimize olan itiraflarımız en büyük zayıflıklarımızmış gibi gelir. Duygularımızı dışa vurmak için yanıp tutuşsak ta ona 'Seni seviyorum' dememek için bin dereden su getirir, kendi kendimize 'Onu seviyorum' dememek için içimizden binlerce yalan söyleriz. Gerçek duygularımızı ifade edememenin sıkıntısı bizi boğsa da ona 'Senden nefret ediyorum' diyemediğimiz için ikiyüzlülük yapar, kendi kendimize 'Ondan nefret ediyorum' diyemediğimiz için içimizden ikiyüzlülüğümüzü kendimize mazur gösterecek bin türlü bahane uydururuz.
Neden en büyük düşüşlerimizi kendimizi en güçlü hissettiğimiz zamanlarımızda yaşarız? Çünkü, güçlülük oyunlarımıza en çok kendini kaptıran da, içinde bulunduğumuz gerçeği en çabuk unutan da gene biz oluruz. Kendi yalanlarımıza en çok kendimiz inanır, onları ölesiye savunuruz. Giderek yalanlarımız kalelerimiz haline gelir. O kalelerin arkasında kendimizi memnun ve mutlu sanırız.
Alışkanlıklarımızsa kalelerimizi sağlamlaştıran en büyük yalanlarımız olur. Sevmesek de, beğenmesek de yanlış olduklarını bilsek de hiç bir konuda gösteremediğimiz kararlılığı, alışkanlıklarımızı terketmemek konusunda gösteririz. Çünkü ardından gelebilecek olandan, gelebilecek olanın belirsizliğinden, hayatımızı altüst etmesinden, içinde bulunduğumuz karanlıktan daha beter karanlıklara itilmekten, sıfırdan başlamaktan, pişman olmaktan, önceki durumumuzu özleyip bir daha asla geri dönememekten korkarız. İçinde bulunduğumuz, içimizde bulunan karanlıklara ve bunalımlara bile öylesine alışırız ki kendimizi biraz iyi hissedecek olsak 'Bir şeyler yanlış gidiyor, bu mutluluk gerçek olamaz' duygusuna kapılmaktan kendimizi alamayız.
Birileri kalemizin kapılarını biraz zorlasa korkarız herşeyi yitirmekten ve açmamakta direniriz. Kapımızı çalanları tanımazdan geliriz. Gelenin beklediğimiz kişi olabileceği aklımıza bile gelmez çünkü kendi yalanlarımız kendi gözlerimizi köreltmiştir. Bu yüzden de o çok sağlam(!) kalelerimiz ardına kendimizi hapseder, kapılarımızı kapatır kendi yalan ve mutluluk oyunlarımızla memnun yaşamımızı sürdürürüz. Çünkü 'mutsuz olduğunu düşünemeyen insan mutludur' der ve o insana imreniriz bir yanımızla.
Ve işte tam bu sıralarda, kendimizden emin ve yalancı mutluluğumuzla barış içindeyken beklemediğimiz, hesaplayamadığımız bir rüzgar çıkar, beklemediğimiz bir yönden ve hiç hesaplamadığımız bir hızda eser, o sağlam yalanlarla ördüğümüz kalemizin surlarını, kulelerini teker teker gözümüzün önünde yıkar, yerle bir eder. Biri çıkmış, siz tam içeri girip kalenizin kapısını ardınızdan kapatırken, o hiç kimselere açmadığınız kapının arasına ayağını koymuştur. Siz de aslında bilinçaltındaki beklentilerinize çok uyan bu durum karşısında direnememiş ve kapınızı açmışsınızdır. O, sizi kalenizde zırhınızdan soyunmuş bir durumda yakalamış, ve zamanla tüm zayıflık ve duygusallıklarınıza, itiraflarınıza, oyunsuz, yalansız dolansız doğal halinize el koymuştur.
İlk düşüşümüzü bu anda yaşarız, ardından da diğerleri gelir. Onca sağlam olduğunu düşündüğümüz kalemiz içerden fethedilmiş, onca savunma önlemlerimize karşın savaşmadan teslim alınmıştır. Önceleri aldatılmışlık duygusu içimizi yakar kavurur. Kendi yalanlarımızı görmeye başlarız. Yalnızlık yeminleriniz yalandır. Yalnızlığınıza alışmış olduğunuz yalandır. 'Artık sevmeyeceğim' leriniz yalandır. 'Bir daha asla aşık olmam! ' larınız yalandır. 'Geçen seferki son hatamdı! ' nız yalandır. 'Bir daha kimse bana bunları yaşatamaz! ' larınız yalandır. Bunları düşündükçe içinizi pişmanlıklar doldurur. Hem kendinize verdiğiniz onca sözün hepsini teker teker ya da bir anda nasıl da geçersiz kıldığınızı farketmenin, hem de kendinizi de bunca yalana inandırmanın pişmanlığı sarar her yanınızı.
Öte yandan, fethedilmekten hoşlanmışızdır bir yanımızla da ve yavaş yavaş kendimizi yeni duruma alıştırmaya başlarız. Bazan yavaş bazen hızlı, ama işte değişmeye başlamışızdır bir şekilde. Değişimin o karşı durulmaz gücü sizi de önüne katıp götürmeye başlamıştır çoktan. Siz ya da O farketmese de. Alışkanlıklarımızı yavaş yavaş değiştirmeye, hatta onların bazılarını tümden terketmeye, sivri yanlarımızı törpülemeye başlar hatta bunlardan hoşlanmaya başladığımızı da farkederiz ama hala itiraflardan korkarız. Hem ona hem de kendimize. Acı vereceğini düşünür ve bunu hissettiklerimizi hala ne kendimize ne de karşımızdakine belli etmemeye çalışırız.
Düşüşlerimizin bazıları bu arada gelmeye başlar. Kendimizle, kendimizdeki değişimlerle o kadar meşgul bir durumdayızdır ki karşımızdaki kişinin ne durumda olduğunun, sabrının taşmaya başladığının, ilgisizlik ve umarsızlıklara sürüklendiğinin farkına bile varmayız. Geçen zaman içinde yabancılaşmaya ve değişik tavırlar sergilemeye başlamıştır. Başlangıçta sizi asla kırmayacak gibi görünen kişi sanki o değildir de sizi kırmak için eline geçen her fırsatı kullanan, komplolar hazırlayan bir insan bulursunuz karşınızda ya da böyle algılarsınız tavırlarını. Onda da geri dönülmez değişimler başlamıştır çoktan ama siz bunları henüz görmeye ama iş işten geçtikten sonra görmeye başlarsınız. Tam da sizin artık değişimlerinizi ona ve kendinize itiraf edebilecek cesarete sahip olmaya başladığınızda bunlar olmaktadır ama bu noktada son düşüşünüzü yaşarsınız.
O çoktan gitmiştir. Ve siz zırhsız, kabuksuz, korunmasız orada öylece kalakalırsınız. Ya kendinize yeni bir kale örmek ya da bir zamanlar bırakıp gittiğiniz, kalenizin dışındaki o dünyada bir daha, bir daha..denemeler yapmak zorundasınızdır. Ama her durumda o kötücül kehanetlerinizden bazıları doğru çıkmıştır. Hayatınız alt üst olmuştur. Sıfırdan başlamanız, alışkanlıklarınızı yeniden belirlemeniz gerekmektedir. Hayatınızda bir daha hiçbirşey ona rastlamadan önceki gibi olmayacaktır.


'Gelecek, temiz ve aydınlık bir yaz sabahı gibi aydınlık başlamayacak, aksine geçmişle lekelenmiş bir halde başlayacaktır'
Alıntı

Ayrılık Düşer Merhabalarımıza


Ayrılık düşer bazen merhabalarımıza…
Oluşturduğumuz “biz” kalıpları çöker…
Var olan iki ayrı kutuptur artık…
Ya “vazgeçen” oluruz bu ayrılıkta..
Ya da “ vazgeçilen”…
Bir tercihtir vazgeçmek..
Eksilmiştir yüklediğiniz değerler, gidip de dönmemeyi, dönüp de bakmamayı göze almışsınızdır…
Oluşturduğunuz o “biz” kalıbından kendinizi alır ve gidersiniz bu merhabadan …
Hayata başka bir yerden, başka bir noktadan başlamaktır vazgeçmek…
Yeniden başlamaktır..
Yarın vardır önünüzde..
Ve yarına ait umutlar…
Seçeneksizliktir vazgeçilen olmak…
Giden gitmiştir ardında boşluğunu bırakarak…
Ve siz kalansınızdır…
Orda…
Öylece…
Eksilmektir vazgeçilen olmak…
Bir yokluğun sızısını yüreğinizde anbean taşımaktır…
Vazgeçenden geriye kalan tenhalığı,ıssızlığı kalabalıklarla….
Sessizliği hiçbir sesle dolduramamaktır…
Nedenler ve niçinlerle daha da kararıp uzayan gecelerdir…
Bir sızıyla bölünen uykulardır…
Dağılmak, parçalanmaktır çokça…
Unutmak için zamana umut bağlamaktır…
Zaman akıp giderken hayatımızdan…
Kimi zaman ” vazgeçen” oluruz bir merhabada…
Bir başkasında “vazgeçilen” belki…
Vazgeçmenin umursamazlığında da olsak…
Vazgeçilmenin umarsızlığında da…
Anlar ve anılardır yanımızda kalan…
Sonra…
Bir maske takıp yüzümüze…
Sevginin çıplaklığını örtsün diye…
Katılırız akan zamana yine de…

Tüm Hakları Küstahlığıma Aittir

Farkındamısın


Farkında mısın ?
Bize ait cümleler kurmaktan,
Ne kadar da aciz kaldık son günlerde,
Bırak,seni seviyorum demeyi,
Bir günaydını bile çok görür olduk birbirimize,
Tükenen,tükenen sevgimiz mi,
Yoksa,yoksa dilimiz mi varmıyor ?
Ne sen bana iyi misin,diyorsun,
Ne ben sana bir günaydın.
Bıçak açmıyor ağzımızı,farkında mısın ?
Yavan kelimelere başvurmamız sebepsiz değil,
Saçlarını bile taramıyorsun eskisi gibi,
Benimse içimden gelmiyor tıraş olmak,
Eskiden,daha zili çalmadan açardın kapıyı,
Kokunu ta aşağılardan duydum,derdin,
Özledim derdim,
Kısar gözlerini ya sen,ya sen,dedin,
Öylece sarılıp kalırdık kapı eşiğinde,
Of,off.
Kaç gecedir koltuğun bir kenarında uyuyup kalıyorum,
Romatizmalarım da öyle arttı ki üstelik,
Adeta kar yağıyor sol omzuma,
Sana ilaçlarımın yerini korkudan soramıyorum,
Ya cevap vermezsen,
Ya git kendin al dersen,
Korkuyorum işte,sevginin tükendiğini bilmekten korkuyorum.
Dün ilk defa kahvaltı etmişsin beni kaldırmadan,
İlk defa çayı dün,soğuk ve şekersiz içtim,
Kaç zamandır adımla seslenmiyorsun bana,
Adım ürkütüyor seni,
Sen ayrı odadan kalkıyorsun,
Ben ta uçtaki odadan
Bir suçlu gibi öne eğip başımızı
Öylece geçiyoruz birbirimizin yanından,
Bir tabloyu oluşturan iki unsur gibiyiz,
Senin vurdumduymazlığını,
Benim aksiliğim tamanlıyor,
Yok,yok bu böyle olmayacak,
Ya sen aç kıza telefon, ya ben,
Bu böyle olmayacak,
İstersen oğlanları sen ara,seni onlar daha bir severler,
Kısaca,kısaca ya ben gideceğim,ya sen,
Belki de bir zaman ayrı kalırsak,
Kim bilir,belki de özleriz birbirimizi,
Bugünleri hiç düşünmeden;
O hoyrat,o pervasız harcadığımız
Aşkımıza nasıl muhtacım nasıl,bilemezsin,
Olsun bi müddet yemeği dışarıda yerim,
İlaçlarımı masanın üstüne geceden dizerim,
Parmağıma ip bağlarım falan,
Ya da istersen ben gideyim, gideyim de nereye ?
Of,off,
Galiba yaşlanmamalı insan,
Yoksa,yoksa suç erkek olmakta mı?
Ne yaparım bi başıma ben,
Yok,yok sen git kıza istersen.
Dün o filmi seyrederken ağladığını gördüm,
Sanma ki fark etmedim,
Sanki ikimizin son dönemi,
Ne kadar açığa vursak ta öfkemizi,
Gem vuramazsak da alışkanlıklarımıza,
Demek ki bazı şeylerin çok geç anlaşılıyormuş önemi,
Bir ara gözüm takıldı,saçlarına karışmış aklara,
Benim ise kış çoktan oturmuştu şu çökük şakaklara,
Hatırlar mısın?
İlk yemeğe çıktığımız günü?
Nasıl da elim ayağıma dolaşmıştı hani,
Hatırlar mısın?
Bu berbat halime bimecal kalırcasına güldüğünü,
Şimdi ise bak,yüreğimiz bimecal,
Dağbaşı yalnızlıklarına mahküm ettik birbirimizi,
Ne zaman biter bu suskunluğumuz,bilmem,
Ya, bir ölüm anı çığlılığıyla,,
Sahi,sahi ben ölürsem ağlar mısın?
Bana,bana hiç sorma,
Düşünmek bile acıtıyor içimi,
Cam kesiği ağrılara gark oluyorum,
Hem benim bildiğim galiba,
Galiba ‘önce erkekler ölür”,
O zaman da sen kalacaksın yapayalnız,
Ne yapar ne edersin bu koca şehirde?
Kim getirir her sabah o çok sevdiğin fırın ekmeğini,
Kim sular bahçeyi,
Kim budar yediverenleri
Ve kim bırakır,
Sen daha uyanmadan yastığına en güzel gülleri?
Zor değil mi?
Yaşamın en zor tarafı işte,
Kolay değil alışkanlıklardan bir an için vazgeçmek,
Zaten,zaten benim tek alışkanlığım da sensin,
Yok,yok senden vazgeçemem,
Zaten benim bildiğim; ”ilk erkekler özür diler”,
Daha bir yakışıyor gibi seni seviyorum demek erkeğe,
Yok,yok bu sabah kalkınca,
İlk işim sana sarılıp ve hiç yüksünmeden
Ve kırılganlığı bir yana atıp,
Seni seviyorum demeliyim,
Seni seviyorum,
Seni seviyorum,
Günaydın,günaydın,
Günaydın birtanem.
(ikbal gürpınar)

Aşk öyle bir şeyki


Aşk böyle bir şey demekki bunuda en çok yaşayanlar biliyor ve güzel anlatyor...Dalga ile kıyının aşkını bilirmisiniz öncesizden başlayıp sonsuza giden aşkı ,dalga hep aşka kavuşma özlemiyle atılır kıyıya....dalga seven, kıyı ise sevilendir. Dalga her seferinde dokunur parmak uçları ile sevdiğine..sonra hep döner geriye.Dalga bilir herseferinde kavuşamayacağını ama nedense hep koşar yine o kıyıya..veee.her bir dokunuşunda aşkına verir bedenini hesapsızca....Bilirki dalga değil üç kez dokunsa yüreğe milyonkez dokunsa yine yok kavuşmak yoktur..Bidiği tek bir şey vardır ki aşkının hiç bitmeyeceği ve ona hep koşacağı....Bu aşkta buna benziyor....
Yaşadığımız hayatta yüreğimize okadar çok cam kırıkları batıyorki...Kımıldadıkça batıyor acı veriyor.....Batan cam kırıklarını çıkarmak istiyorsun daha çok kanıyor.ne kanama bitiyor nede cam kırıkları.....


Feridun Erdoğan

29 Ekim 2008 Çarşamba

Susardı,susardım,susardık, suskularca


Bir gidişi yazmak...
"Bir gidişi yaz" dediler, "yazarım" dedim... gitmeleri öğrenmiştim.
Susardı, susardım, susardık, suskularca.....
Bilinir bilinmez bir şarkının içinde kaybolurduk. Biz en çok susmayı sevdik, sevmeyi sevemediğimiz kadar. Koptuk ve dağıldık her şeye. Giderken durduramadık birbirimizi. Durdurmaya elin, elim, ellerimiz yetmedi. Eğitemedim çocuk kalmış korkularını, yanılgılarını törpüleyemedim. Sana gerçekleri gösteremediğim gibi.
Giderken durdurmalıydın beni, yapmalıydın, yapamadın. Durdurmaya gücün, gücüm, gücümüz yetmedi. Belki de yoktu, biz var sandık.
İnsan isterse yolları aşıyor, sen kapının eşiğini aşıp gelemedin. Geldiğim gibi gidemedim, gittiğim gibi dönemedim yüzüne. Sen, bildiğim sen değilsin artık. Ben, bildiğin ben, değişemem. Değişmelere suskun dudaklarım.
Şimdi acı, yolunu şaşırmış bir deniz kaplumbağası gibidir yüreğimde. Şaşkın ama inatçı.
Şimdi sen, adı geçmişte saklı ince bir sızı.
Şimdi biz, bir şarkıdan çalınmış iki nota gibiyiz. Eksiğiz ve yokuz. Dilsiz ama mutluyuz.
Bir kapının eşiğinde kaldı her şey. Beni dışarıya göndermeyecektin, içerde tutacaktın, arkamdan gidişimi seyretmeyecektin, yollara yürümeyecektim, sesimi gidişlerde yitirmeyecektim. Sesimi geceye vermeyecektin.
Şimdi, kaldır gözlerini ve geceye bak. Sesimi gör yukarıda, ortada bırakılmış tellerimi. Densiz ama dengeli satırlarımın anlamını kavra. Geceye bak, sesimi kaydırma.
Kimsenin öğretmediği bir şeyi öğretmeni dilerdim, ayrılırken ama sen herkesin öğrettiğini yineledin
şimdi aşk, inançlarını yitiren bir ayyaştır köprü altlarımda..
Biz ki geceleri paylaştık, yastığı, şarkıları. Biz ki sözleri paylaştık, kelimeleri. Biz ki yüreği paylaşamadık, paylaşamadım galiba. Nedendir bilmem, eksik kaldık korkulara. Nutku tutulan gecelerin isimsiz sabahlarında, yanlış ve yangın kaldık.
Geride kalan kırık ezgiler ve yorgun ruhların dansı.
Sokağımın serseri gülüşü, gençliğimin asi sevgisi, isyanımın suskun gezgini. Gitmeye meyilli değildim, olduğum gibiydim, dinletemedim, dinletemedin, dinletemedik belki de.
Şimdi sen, aksak bir hüzün, nerede coşacağını bilmeyen.
Şimdi ben, değişemeyen bir şehir, nasıl sevileceğini bilen.
Şimdi biz, olmayan bir şeyiz.
Bir kapının eşiğinde kaldı her şey. Konuşmak anlamsız, susmak kalabalık, ayrılık bulaşıcı. Sevda, kör topal yürüyen bir dilenci gibidir artık.
Seni sevdim ama gönderdin. Gönderilince dönemiyorum. Ben bir çiçeğim asi yanım, solunca aynı elde açamıyorum.
Susuyorum, susuyorsun, susuyorlar, suskularca....
gerçekte kim olduğunu çok düşündüm,özleminin yer yer sağanak yağışlı olduğu zamanlarda
galiba artık biliyorum sen, büyümeye zamanı olmayan çocukların,dar zamanlarda attığı içten bir kahkahasın
beni beklemeye gidiyordun, galiba yolu şaşırdın
Bir gidişi yaz, dediler, yazarım dedim. Gitmeyi öğrenmiştim, kalmayı öğretemediğim kadar.
Bir gidişi yaz, dediler, yazarım, dedim. Gitmeyi giyinmiştim, yakıştırılmıştım veda sözlerine, merhabalara alıştırılamadığım kadar.
Bir gidişi yaz, dediler, yazarım, dedim. Çok gitmiştim, söz gitmiştim, uzun gitmiştim, sesimi duyuramayacak kadar.
Bir gidişi yaz, dediler, yazmaya giderken kendimden geçmişim. Arkama dönüp baktım, sende beni gördüm, el salladım. Artık çok geç, sendeki ben için çoktan bitmişim !....

Hiçbir Şey Eskisi Gibi OLmayacak...

Herkes büyürken ve sürekli değişirken keşke ben çocuk kalsaydım.


Dinlediğim her masalda, yaşamın toz pembeliğinde boğulsaydım.
Peri masalını dinleyip, pamuk prensesi yaşasaydım.
Keşke gerçeklerle hiç tanışmasaydım.
Aklım bütün sorulara cevap aramasaydı keşke,
Mantık denen o ‘mantıksızla’ hiç karşılaşmasaydım.

Büyük yaramazlıklar yapıp, küçük cezalar alsaydım.
Herkes bana hizmet etseydi, bana ninni söyleselerdi, beni güldürüp eğlendirselerdi...

Yüzümde hiç eksilmeyen kocaman gülücükler olsaydı,
Anlattıklarımı herkes zor anlasaydı, beni taklit etselerdi,
Ve herkes benimle beraber çocuk olsaydı.
Ayakkabı numaram hiç büyümeseydi keşke,
Ayakkabılarımla yatsaydım yatağa bayramlarda…
Ellerim minicik, ayaklarım küçücük, fakat hayallerim kocaman olsaydı.

Ölüm nedir bilmeseydim,
Acı nedir tatmasaydım,
Öfke nedir görmeseydim,
Yalan nedir duymasaydım,
Keşke kalbim hiç kırılmasaydı veya bunları hiç anlamasaydım.
Keşke hep çocuk kalsaydım.

Dünyayı oyuncaklarımla şekillendirseydim yeniden
Çok yaramaz dediklerinde, daha da şımarsaydım..
Keşke hiç uyanmasaydım o gördüğüm rüyalardan
Avucuma doldurduğum güzellikleri keşke hiç bırakmasaydım,
Kelebeklerin arkasında koşsaydım,
Kuşlar gibi uçabilmekten keşke vazgeçmeseydim,
Hayallerle yaşasaydım, masallarda dolaşsaydım,
Keşke hep tanrıma dua edip, keşke hep çocuk kalsaydım,
Keşke annemin kucağında, hep anneme sarılı olsaydım,
Keşke hep çocuk kalsaydım.
Keşke…
Keşke’leri yaşamamak için her anın değerin biliniz.....

Herkes büyürken ve sürekli değişirken keşke ben çocuk kalsaydım.

Dinlediğim her masalda, yaşamın toz pembeliğinde boğulsaydım.
Peri masalını dinleyip, pamuk prensesi yaşasaydım.
Keşke gerçeklerle hiç tanışmasaydım.
Aklım bütün sorulara cevap aramasaydı keşke,
Mantık denen o ‘mantıksızla’ hiç karşılaşmasaydım.

Büyük yaramazlıklar yapıp, küçük cezalar alsaydım.
Herkes bana hizmet etseydi, bana ninni söyleselerdi, beni güldürüp eğlendirselerdi...

Yüzümde hiç eksilmeyen kocaman gülücükler olsaydı,
Anlattıklarımı herkes zor anlasaydı, beni taklit etselerdi,
Ve herkes benimle beraber çocuk olsaydı.
Ayakkabı numaram hiç büyümeseydi keşke,
Ayakkabılarımla yatsaydım yatağa bayramlarda…
Ellerim minicik, ayaklarım küçücük, fakat hayallerim kocaman olsaydı.

Ölüm nedir bilmeseydim,
Acı nedir tatmasaydım,
Öfke nedir görmeseydim,
Yalan nedir duymasaydım,
Keşke kalbim hiç kırılmasaydı veya bunları hiç anlamasaydım.
Keşke hep çocuk kalsaydım.

Dünyayı oyuncaklarımla şekillendirseydim yeniden
Çok yaramaz dediklerinde, daha da şımarsaydım..
Keşke hiç uyanmasaydım o gördüğüm rüyalardan
Avucuma doldurduğum güzellikleri keşke hiç bırakmasaydım,
Kelebeklerin arkasında koşsaydım,
Kuşlar gibi uçabilmekten keşke vazgeçmeseydim,
Hayallerle yaşasaydım, masallarda dolaşsaydım,
Keşke hep tanrıma dua edip, keşke hep çocuk kalsaydım,
Keşke annemin kucağında, hep anneme sarılı olsaydım,
Keşke hep çocuk kalsaydım.
Keşke…
Keşke’leri yaşamamak için her anın değerin biliniz.....

Dokunma

Ben Seni Seviyordum, Sen Bilmiyordun...


Sana uzak kentlerin birinde, Seni ve Senli günleri anımsattı Akşam Güneşi.
Onca zamanın üstüne Eskimeyen bir düşüncesin şimdi.
İnsan hergün anımsarmı aynı gözleri,
Seni seviyordum ve senin haberin yoktu.
Saçlarını izliyordum uzaktan, kulağının arkasına
düşüşü ve burnun herkesten başkaydı işte.
Güldüğün zaman yukarıya bakardın. Yukarı kalkan
başın ve gülen gözlerin vardı, ne güzeldiler...
Sen bilmiyordun, ben seni seviyordum.

Kalbime sığmıyordu aklımdan geçenler. Duvarlara,
vitrin camlarına kaldırımlara çarpıyordu. Geri dönüyordu
çoğalarak. Senin sesini duyduğum masalarda erteliyordum
herşeyi, her şeyi erteleyişim oluyordun. Kalp ağrısı
oluyordun, birlikte soluduğumuz sokak isimleri oluyordun.
Mevsimler değişiyor ve büyüyorduk. Dönemeçler geçiyor,
köprüler göze alıyor ve bazen tekin olmayan suların
üzerinden atlıyorduk. Cesurduk... Ufuk çizgisi maviydi,
gün batımı hep turuncu ve kırmızıydı bütün karanfiller.
Ben seni seviyordum, bilmiyordun.

Sevinçlerim oluyordun arasıra, sen hiç bilmiyordun.
Sonra herhangi biri oldun. Bütün sevinçlerim bittikten
sonra yağmurlar yağdı serin haziran akşamları...

Sonra bir gün uzaktan gördüm seni. Saçların
bana inat, başın her şeye meydan okuyarak.
İşte yine aynı... Kalbimi acıttın. Her zamanki gibi.
Değiştik sanıyordum.
Ve sen yine bilmiyordun

Bitmeyen Senfoni



bilir misiniz bazı duygular vardır kelimelerle anlatılamaz..
insanlar uzak oldukları zaman unuturlar mı ?
yoksa, ne kadar uzak olursa olsunlar
o hasreti o sevdayı yüreklerinde hiç birşey olmamış gibi
sürdürebilir mi diye düşünüyorum..
ben yolların ve zamanın hiç önemli
olmadığını düşünüyorum..
önemli olan onu düşündüğüm sürece bendedir..
onu sevdiğim sürece bendedir..

bak dinle bir seslenen var sana uzaklardan..

güne merhaba demenin keyfiyle gözlerimi açtığımda
çerçeveden bana gülümesyen zeytin karası gözlerinle güne başlıyorum..
hüzün kaplı gözlerim, gülüşlerinle hayat buluyor
tüm benliğimde dolaşırken sen; gözlerinin derinliğinde kayboluyor ruhum..

öyle güzelsin ki..
seni sensiz yaşamak öyle zor ki..
seni sana anlatamadıgım gibi..
çok zor..

sana olan sevgimi hiç biryere sıgdıramıyorum
yüreğimden taşıp odamın duvarlarına vuruyor yoklugun
sonra evimin her köşesine yayılıyorsun..
bazen bir nefes kadar yakın, bazen bir o kadar uzağımdasın
uzaklığın bu sevgiyi etkilemiyor..
beynimin duvarlarında adını mıh gibi tutuyorum

sevgin sessiz bir senfoni..
"sevgi BETHOWEN'inbitmeyen senfonisidir"

sen de bitmiyorsun....
bir piyanonun tuşlarından dökülüyor sana susamışlığım
gel gör ki sen bunları bilmiyorsun..
gel gör ki sana anlatamıyorum..
belki de korkuyorum senfonimin susturlumasından.
ne zaman düştün sol yanıma onu da bilmiyorum
bir hazan mevsimi de olabilir.. bir yaz günü de..
bildiğim adını dudaklarımdan düşüremediğim..
senin bilmediğin, benim bildiğim o kadar çok şey var ki
uzaktan izliyorum seni..bazen sessiz iç çekişlerim oluyorsun
söylediklerin gözlerimden tuz olup yanaklarımdan akıyor..
sen bilmiyorsun..
"..yarım kaldı ben de herşey senin
yoklugunda" ..
yorgun ve karanlık gecelerin yollarından.
kalbimde esmekte olan rüzgarlardan bir parça serinlik getirdim sana..

..bu gece bizim gecemiz olsun...

karanlık duyguların aydınlığı olmaktadır şairler..
kıyıda köşede kalmış duygularımızla vurgulamaktadır şiirler... Resim Ekle

aç gönül kapılarını
gönlün sevgimle dolsun..

ALINTI

Hayatın İnce çizgisi


Dostoyevski'nin hayatını değiştiren olay neydi biliyor musunuz?
Kendi idam sahnesi...
Çar'ın baskı döneminde, arkadaşlarıyla bir sohbet grubu kurmuştu. Yakalandı. 28 yaşında idam isteğiyle yargılandı.
Mahkemenin sonucunu beklediği gece hücresinden alındı. Ölüm kararı yüzüne karşı okundu. Papaz günah çıkarttırdı. Gözleri kapalı olarak bir direğe bağlanıp, müfreze karşısına geçirildi.
"Ateş" emrini beklerken gerçek karar bildirildi kendisine...
Aslında mahkeme 8 yıl hapis vermiş, Çar bunu 4 yıla indirmişti; ama ona ders olsun diye böyle bir gösteri planlanmıştı.
Böylece "ölüm"le tanıştı; oysa bu sefil oyunda asıl keşfettiği şey, "yaşam"dı.
Stefan Zweig'a göre 4 yıl sonra yaralı parmaklarından zincirleri çıkardıkları zaman sağlığı bozulmuş, şöhreti uçup gitmişti, ama kırık dökük bedeninden her zamankinden daha parlak fışkıran tek bir şey vardı:
Yaşama sevinci...
Durumu en iyi anlatan cümle Nietzsche'nindir:
"Hayatı kaybetmenin kıyısına yaklaşanlar, onu daha iyi tanırlar".

Rüzgar saatleri

Rüzgar saatleri

Gel benim ruhumun gerçek sesi gel!
Yıllardır sönmeyen alevim, korum.
Gel benim ömrümün hikayesi gel.
Şiirim, sonsuzum, gerçeğim, zorum
Gökle yerin birleştiği kavşakta
Seni bulup bulup kaybediyorum.

İlkin rüzgâr değil sanki nefesti,
Bir kez başlayınca estikçe esti...
Sonra bir upuzun karanlık bastı.
Sürdü hep aynı düş, hep aynı yorum
Şimdi duraklarda her akşam üstü
Seni bulup bulup kaybediyorum.

Yitiksin baharlar, güzeller içinde
Resimler, baharlar, sözler içinde.
Bazen bir iz görüp izler içinde
Cevap umuduyla titriyor sorum.
Sonra en tanıdık yüzler içinde
Seni bulup bulup kaybediyorum...



Bekir Sıtkı Erdoğan

24 Ekim 2008 Cuma

Dinle


Ne zaman nasıl sevdim seni bilmiyorum.Oysa ki yasaktın bana, yasaktım ben de sana.
Bahar gibi çıkıp geldin, tam da karakışın ortasında.Sesini duymak öyle huzur vericiydi ki içimde binbir kelebek uçup,kanat çırpıyordu sanki.
Heyecandan yüreğim kurudukça bahar yağmurları gibi yağıyordun ruhuma.
Sonra güneş olup açıyordun.Rengarenk gökkuşağı gibi
aşk olup sarıyordun tüm benliğimi...Gökyüzünde süzülen uçurtma gibi uçuyordum bende senin aşkınla..
Seninle konuşurken bile sesin sesime değdikçe nefesim kesiliyordu.
Hep gülüyordum,güldürüyordun yüreğimi sen benim.Öyle benleydin ki, öyle sen olmuştum ki..
Dinlediğim şarkılara mı seni alıyordum yoksa sen mi bana şarkılar oluyordun?
Sevdim işte seni, hiçte saklamadım,saklıyamadım...Seni sen olduğun için sevdim.Bana yalansız dolansız gelmiştin.
Herşeyin en güzelini hissettirişini sevdim...Ahh keşke birde benim olsaydın...
Olamadın....Olamazdın da...Yasaktın ama herşeye rağmen tatlıydın...
Bilirsin zaman zaman karamsarlıklara düşerim ben, işte yine öyleyim...Neden kendimi yüreğinden taşındırılmış hissediyorum?
Neden içimde ki bu acı? Neden?
Bak bana!.. Gözlerimde yaş, yüreğimde yas var, hepsi sana...
Bana hissettirdiğin gibi seviyorsan beni, tut elimi, sar beni..Hissettir bana aşkını yok et bu karamsarlıkları...
Ya da yüreğine yeni bir levha as SAHİBİNDEN KİRALIKTIR diye..

DİNLE
Dinle sevdiceğim
Dinle!..
Ben seni
Bu yüreğe
Kiracı değil
Sahibesi kıldım
Sakın olaki
Bu yüreği
Aşk kumarın da
Bozdurma...

23 Ekim 2008 Perşembe

Aşk Öyle Bir Şeyki


Aşk böyle bir şey demekki bunuda en çok yaşayanlar biliyor ve güzel anlatyor...Dalga ile kıyının aşkını bilirmisiniz öncesizden başlayıp sonsuza giden aşkı ,dalga hep aşka kavuşma özlemiyle atılır kıyıya....dalga seven, kıyı ise sevilendir. Dalga her seferinde dokunur parmak uçları ile sevdiğine..sonra hep döner geriye.Dalga bilir herseferinde kavuşamayacağını ama nedense hep koşar yine o kıyıya..veee.her bir dokunuşunda aşkına verir bedenini hesapsızca....Bilirki dalga değil üç kez dokunsa yüreğe milyonkez dokunsa yine yok kavuşmak yoktur..Bidiği tek bir şey vardır ki aşkının hiç bitmeyeceği ve ona hep koşacağı....Bu aşkta buna benziyor....
Yaşadığımız hayatta yüreğimize okadar çok cam kırıkları batıyorki...Kımıldadıkça batıyor acı veriyor.....Batan cam kırıklarını çıkarmak istiyorsun daha çok kanıyor.ne kanama bitiyor nede cam kırıkları.....


Feridun Erdoğan

Geceye Sus


Geceya ses... Dudağıma sus... Yüreğimin en ince teli şimdi... Deniz mavi... Martıya çığlık... Saçlarıma lodos... Tenimde üşüten sisli bir şehir kokusu...
Yalnızlık...
Her solukta yalnızlık... Her gözyaşında bir ölüm... Her yürek kanamasında bir atım...

Koca bir lodos geçti saçlarımdan... O zamanlarda denize daha doymamıştım... şimdilerde de... O engin mavilikte beni kendine çeken neydi bilmiyorum... Mavi olması belki... Belki bir dostun yüzünü ancak onda görebilmem...Belki de....
Hayır, hayır...'' belki de'' yanlış kelime... Kesin ve net...
Ben maviyim....
Ve deniz kadar deniz...
çığlık kadar martı...
köpük kadar dalga olan...
benim...

Koca bir lodos geçti yüreğimden... Martılar o zamanlarda, uzak bir deniz kızı masalı söylüyordu kulağıma...Şimdilerde ise.... martılar daha çok çatıların üstünden uçmaya başladı...
Suların maviliğini yüreğime koyduğum kadar, koyamam gökyüzünün maviliğini... Gözlerimi kapadığımda görebildiğim bir hayal şimdilerde o deniz....
Uçsuz, bucaksız Karadeniz...

Yosun kokulu, demli çay kıvamlı, efkar dumanlı bir bakış, gözlerimden geceye damla damla inen...

Marmara... gözlerimi aldatamıyorum baktıkça... karşı sahilli deniz....

Yüreğim gecenin lacivertine kanadı kanayacak derken... Acil servis müpdelası ellerim, yaralarımın üstüne parmağını bastırıyor....
Gözbebeklerimde Kız Kulesi sureti.... Dudağımdaki ıslık... çok eski zamanlardan bir hüzün...
Ben, dudaklarımı susturdum da... mürekkep izlerim susmadı geceye...

Geceye ses... Dudağıma sus...
Yüreğimin en ince teli şimdi...
Denize mavi... martıya çığlık....
Tenimde üşüten bir şehir kokusu....
Yalnızlık...
Her solukta yalnızlık....
Her göz yaşında bir ölüm...
Her yürek kanamasında bir atım...

Koca bir ''SUS'' olurum sonra geceye...
Sus!
Susar dudaklarım susmasına da... Parmaklarım gecenin en matemli yerine susuşlarımı konuşturur....

murat başaran

İki Delilik


Hayatın hiç acıması yok bazı yaralara karşı, kapanmasına asla izin vermiyor
onların... Sen ne kadar çabalarsan çabala, sana izin verdiği kadar güçlü
olabiliyorsun yaşamın ve onun izin verdiği kadarı diniyor acılarının...

Ayrıldık... Çok acıydı... Bir daha asla unutmayacağım ve iyileşmeyecek bir
yaranın sahibi olduğumu bilmiyordum o zamanlar... Sadece ağlıyordum sana ve
bana... Ve yarım kalan, yaşayabilecekken vazgeçilen günlere... Baktığım,
gördüğüm, dokunduğum her şey canımı yakıyordu... Bir türlü sonu gelmeyen
gözyaşlarımla birlikte bu acıdan öleceğim günü bekliyordum... Üstelik de bu
günün gelmesini deli gibi istiyordum...

Ayrıldık...
Acıydı...
Sonra geçti...
Her şey gibi...
Ya da bana öyle geldi...

Bir gün bir yerlerde, hem de hiç beklemediğin bir anda - ve özellikle de en
güçsüz olduğun anda - hayat bir yerlerden sakladığı acını çıkarıp vurur
yüzüne... Her şeyin geçip gittiğini sanırken, daha az önemsediğini ya da artık
tamamen bittiğimi düşünürken sen, aniden bir duvara çarparsın... Ve her şey
tuzla buz olur...

Aslında hiç unutmadığını ve gerçekte hiç de o kadar güçlü olmadığını yüzüne
vurduğunda hayat, sen çoktan acılarınla yeniden başbaşasındır... İşte o yara
yeniden açılmıştır, yeniden kanıyordur. Üstelik o kan istemesen de hayatına
bulaşmaya başlamıştır yeniden...

Unutmak diye bir şey yok... İnsan hiçbir şeyi unutmuyor... Büyük bir maharetle
geçmişe gömdüğünü sandığı şeyleri hayat bir anda çıkarıp önüne koyuyor...

Yüzleşmek imkansız acımla, ayrılıkla ve seninle... Yüzleşmek imkansız sana olan
sevgimle... Ne olur karşıma çıkma... Ne olur çıkma karşıma bir daha...


Artık hayatımdan çıksan diyorum
Bu ikili delilik sona erse
İkimiz için de en hayırlısını diliyorum
Hiç olmamış gibi davranabilmeyi
Bu yok ediciliği anlayabilmeyi
Bir bilsen ne kadar yürekten istiyorum

Lütfen
Görmeyeyim seni
Bir yerlerde karşıma çıkma
Konuşmayalım, bakışmayalım
Ne olursun

Alıntı

Bir Düş Sonrası


Birini öylesine seversinizki,yaşamınızın onun nefes alışında,gülüşleriniz onun iki dudağı arasında gizlidir.Her söylediği kelime şiir olur akar yüreğinize, maviler sarar her bir yanınızı, yaşam onunla güzeldir ve gözünün ondan başkasını görmez.Yaşamınızın her anında o vardır, baktığınız heryerde onun resmini görür olursunuz,dinlediğiniz her şarkıda o vardır.şarkılar onunla anlamlıdır, Her mevsimde baharı yaşarsınız,tüm duyduğun hissettiğin kokularda onun bahar kokusu vardır.En sert esen rüzgarları meltem sanırsınız,öylesine seversinizki mutluluk şarabı içmekten şarhoş olursunuz..tutsaksınız,tutkulusunuz ve gözlerinde tutuklusunuz.
An gelir; o an içinde kaybolursunuz, gitme vakti gelmiştir, ya sebebli yada sebebsiz, sandığını, bohçanı ne varsa toparlarsın, en güzel anılarını ve birde en son bakışını doldurursun içine, suskun ve gözü yaşlı gözlerini hafızanın en unutulmaz köşesine yerleştirirsin..özlediğimde en güzel düşüm olsun diye...

Her düş sonrası yağmurlara şiirler yazarsın unuttum diye,


Feridun Erdoğan

Hüzünler


Hüzünler...
Düşüncelerimin en ağır yolculuğu onlar..

"Hep hakim olurlar bedenime,yüreğimin en can alıcı noktasına yerleşirler..
Zarar verirler düşlerime,umularında bile olmaz..Sadece sıcak nefesini solurlar yüzüme bencilce.."

Hüzünler...
Linç ediyor yüreğimi konuştukça..
Konuştukça,düşlerim karanlıkta yüzer usulca...

Susacaksın...
Yutkunacaksın...
Ama konuşmayacaksın…

"Seni ve beni düşlerin ipine asıyorum..Düş’üp kırılacaksa eğer,bu uğurda kırılıp parçalansın her şey …
Şunu bil artık..Konuşamıyorum hüznümün karşısında..Gözlerimde maziye çalan yaşlar birikti.
.Bu nem yavaş yavaş çürütüyor seni ve beni.."

Sana bir kelime daha sunamıyorum..
Boğazıma ilmek ilmek dokunan hep aynı his,aynı hüznün siması ve aynı hüznün bitik yüzü..
Bırak artık..
Bırak ki!
Hüznün girdabında esir kalsın yüreğim ..


Suskunluğumu kusmak istiyorum ..
Haykırırcasına bir suskunluk içimdeki..
Bağırdıkça ses çıkmıyor,ses çıkmadıkça bağırıyorum..
Gözlerimden birkaç damla daha düşüyor..
Düşüyor...
Düştükçe ölüyor..
Cesetleri ise hala sıcak koynumda..
Baksana..
Dokunsana..
Yeter artık,yeter...!
Konuşsana...!

alıntı

Gidişine Değil Sitemim


Gidişine değil sitemim, beni sensiz günlere mahkum etmene...

Bende olduğundan beri ne zaman aynaya baksam , kendimi bulamıyorum. Gözlerimde gözlerini, dudaklarımda gülüşünü görüyorum. Hep nefesini soluyorum, tenimde bir ürperti beliriyor. Koca şehir susuyor sadece sesin çınlıyor kulaklarımda. Bakabildiğim kadar ileride, dokunabildiğimce yakındasın ama hasret kalıyorum bebek yüzlüm gülüşüne.

İstanbul gibi bakıyorsun bana, gizemli ve buğulu. Hem içinde olup , hem yalnız yaşamak bilsen ne kadar zor geliyor. Hayat kavgasını sürdürüyor sevdam. Aşk can çekişiyor gecelerimde. Tenine susuyorum Marmara’nın derinliklerinde. Yeditepe çalıyor sanki seni benden, yavaş yavaş tüketiyor.

Gökyüzüne yıldızlarla tutunan peçesini çıkarıyorum karanlığın. Pencereden yatağına süzülen ay ışığı olmak, yüzünü sürdüğün yastık olup düşlerine avuç açmak için. Bedeninde serilmeliyim gece gibi. Meleklerin uyurken bıraktığı gülüşü seyretmeliyim başucunda.

Kalmamı istermisin, yıldızlar bir bir gömülürken sabaha ? Dokunmamı istermisin ayaz düşen tenine ? Hani utanmazlığın koynunda kendinle sevişmelerinde yanında olmamı istermisin ?

Kuruyan teninde terden boncuklar yapabilirim, güzel bir melodideki piyano tuşlari gibi dokunabilirim vücuduna, kıvrımlarınla ahenkli yaşayabilirim seni. Rüzgarın dağlarla kucaklaşmasını, dalgaların kıyılara cilvelerini getir aklına. Önce, süzülmelerini hisset kumlara köpüklerinin, sonra kızışan rüzgarla tut ellerimi. Tüm gücünle sarıl biçare kimliğime. Açlığımı , susuzluğumu , sırlarımı bitir gecede. İçimde kıpırdanışların , yüreğimde sıcaklığın, dudaklarımda titreyişleri sevdanın, tenimin ürpertisinde nefesin olmalı...

Dağıt hazan düşen yatağımı. Güneşim ol Eylül gözlüm. ‘Seni istiyorum’ diye yutkunduğum nefesimi al dudaklarımdan, sırlarımı çöz öpüşlerinle. Ay gibi yum gözlerini geceye, yıldız gibi kay geç düşlerimden. Tadını bilmediğim, tenine düşmedigim hayal olmaktan çık, dökül şehvetinle.

Söyleyemem sana yanan tenimi, kıvılcımı düştü bir kez içime. Kıvranışlarım kadar sessiz uykusuzluğum. Her dokunuşumda kendime, haykırışlarım suskunluğum aslında.

Kendime sarılıp yatağın bir ucunda tüm ürkekliğimle gelişini beklerim. İçimden akan ılıklığı, sıcak sevdayı sana sunmak , sadece hayalinle bütünleşerek yaşamak çok zor be aşkım... ‘SEN’ bendeysen, benimsen .. Neden geceler isyanım ? Kirpikten bulutlarını arala artık, güneş gözlerinde kapalı kalmasın, Uyan ! Dünya güneşe , ben sana kavuşayım. Seni seviyorum Eylül bakışlım...
******
Yazar : Arzu ALTINÇİÇEK

Ruh Eşi


Ruh eşi kavramı benim hep ilgimi çekmiştir. Siz inanır mısınız bilmem ama, ben her insanın ruhunun bir diğer yarısı olduğuna inanıyorum. Ama genelde pek çok insan böyle bir şeyin olmadığına inanmakta. Olsun, ne de olsa inanç özgürlüğü var öyle değil mi? İsteyen istediğine inanabilir. Hiç kimseyi inanmak istemediği olgulara inandırmaya çalışmayın bence. Ama ben böyle bir durumun olduğuna inanan birisi olarak bu konudaki düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum sevgili dostlarım. Bu nasıl olmakta peki? Bu duyguyu kelimelere dökmek çok zor aslında, sadece yaşadığınızda ve hissettiğinizde anlıyorsunuz ne yazık ki! Eminim sizin de hayatınızda "işte bu" dediğiniz ve bu şekilde hissettiğiniz kişiler olmuştur. Belki de hala karşılaşmadınız ve bir yerlerde sizi beklemekte. Veyahut karşılaştınız ama birbirinizi anlayamadan birbirinizin hayatından çıkıp gidiverdiniz. Ama emin olun bir gün bir yerlerde mutlaka karşılaşacaksınız o insanla, hayat sizi bir noktada, bir kesişme anında buluşturacaktır…
Peki, bir insanın ruh eşiniz olduğunu nasıl anlarsınız? Kendi düşüncelerimle izah etmeye çalışayım. Bana göre insanların yanlış düşündüğü bir nokta var. Bir insanın ruh eşiniz olması için illaki onunla çok iyi anlaşıyor olmanız gerekmez. Bazen hiç iyi anlaşamadığınız bir insan da olabilir bu! Hatta yaşınız, konumunuz, yaşama bakışınız, inançlarınız, her şeyiniz farklı olabilir. Bu durum ruhların bütünleşmesidir. Birbirini tamamlayan iki ruhun bir araya gelmesidir. Bunu sadece o iki insan hisseder. O insanla beraberken sanki tüm dünya durmuş size bakıyor gibi gelir aşkınıza şahit olarak. Adını koyamadığınız bir şeyler vardır ortada. Bitirmek isteseniz de bitmiyordur bir şeyler, bir noktada tekrar başlıyordur. Her türlü kırılmışlığa ve imkânsızlığa rağmen, sanki kötü hiç birşey olmamışçasına devam ediyordur kaldığı yerden. Ummadığınız zamanlarda sürpriz karşılaşmalar oluyordur örneğin. Enerjileriniz birbirini çekiyordur uzayda. Ruhunuzun onunla mutlu olduğunu hissedersiniz. Başkalarında eksik kalıyordur her şey, bütünleşmiyordur. Ruhunuz mutlu değildir başkalarında, diğer yarısını arıyordur hep. Ancak onunla olduğunda huzura eriyordur. Boşuna aramayın bu hisleri, başkasında bulmanız çok zordur..
Her zaman iki doğru insan beraber olabilecek diye bir kural da yok ne yazık ki! Bazen hayat ruh eşlerinin buluşmasına izin vermeyebilir. Belki yanlış zamanda karşılaşmıştır bu iki doğru insan. Ama doğru doğrudur, öyle de olmalıdır. Yanlışları insanlar kendi düşüncelerinde yaratır. Yanlışları doğrulara çevirmek bizim elimizdedir.
Ben derim ki, eğer bir insanı gerçekten sevdiğinize ve onun ruhunuzun diğer yarısı olduğuna inanıyorsanız, nerde ve kimle olursa olsun bırakmayın. Yoksa ruhunuz hep isyan edecektir. Yanlış insanlarla yanlış oyalanmalar ve kısa süreli mutluluklar yaşamak zorunda kalacaksınızdır hep. Kısa süreli tatminlerle hayatı geçirmek zorunda kalacaksınızdır. Oysa belki de ruhunuzun mutluluğu sandığınızdan daha yakındır size.. Görüyorsunuz ama bakamıyorsunuzdur belki de…
Peki ben buldum mu acaba ruh eşimi, belki de.. Buldum ve kaybedeceğim…

Beni Güzel Hatırla


Meger "O" sen halen uzulurken, baska limanlara demir atmis bile.. Sen hata yaptin sanarken, "O" seni aldatmis bile.. Dayan yuregim, sabret, elbet bu da gececek..

Beni guzel hatırla!
Bunlar son satırlar...
Farzet ki, bir ruzgardim, esip geçtim hayatından
ya da bir yagmur sel oldum sokagında
sonra toprak cekti suyu...
Kaybolup gittim, belki de bir ruya idim senin için.
Uyandın ve ben bittim...

Beni guzel hatırla!
Cunku; sevdim seni ben, herseyini...
Sana sırdas oldum, dost oldum,
koynumda agladın.
Yuzune vurmadım hicbir eksikligini,
beni uzdun, kınamadım.
Alisiktım vefasizliga, el oldun aldırmadım...

Beni guzel hatırla!
Sayfalarca mektup biraktim sana.
Siirler yazdim her gece, cogunu okutmadim.
Sakladim gunahini, sevabini icimde
sessizce gittim...
Senden oncekiler gibi sen de anlamadin.

Beni güzel hatırla!
Sana unutulmaz geceler biraktim
sana en yorgun sabahlar...
Gulusumu, gozlerimi, sonra sesimi biraktim.
En guzel siirleri okudum gozlerine baka baka,
soylenmemiş "Merhaba"lar sakladım her koseye
vedalar bıraktım duraklarda.
Ne ararsan bir sevdanin icinde
fazlasiyla biraktim ardimda.

Beni guzel hatirla!
Dizlerimde uyudugunu dusun,
sacini oksadigimi, usuyen ellerini isittigimi,
mutlu oldugun anlari getir gozunun onune.
Alnından optugum dakikaları...
Birazdan kapini calan kisi olabilecegimi dusun
çııÖÖçşsasirtmayi severim biliyorsun.
Bu da sana son surprizim olsun.
Simdi, seninle yasanan gunleri atese veriyorum
beni guzel hatırla.
Gidiyorum...

O.V.Kanik

Nereden Bilebilirdik Bir Gün Düşlerden Uyanıvereceğimizi


Bizmi aşkı yaşamasını bilmiyoruz yoksa aşkımı taşıyamıyoruz...Aşkı bizmi bu kadar abartılı hale sokuyoruz.Aşk öylesine büyük umutlarla başlıyorki, herşey çok güzel olacak her yanımızı maviler saracak..Mavi varsa aşkta olacak., mavi umuttu, mavi hayattı.....aşkı öylesine anlatmışlarki bizlere mavilerde aşk sonsuzdu....maviler mutluluktu...öyleyse mavilerde sonsuz aşk yaşamalıydık ve sonsuzuza kadar mavilerde kalmalıydık...ve aşkı öyle hayal ettik biz.... sanki filimlerdeki gibi , aşk tadında bir masal gibi bir düş gibi.....Ve öyle yaşadık aşkı biz...Oysa masalın bitivereceğini düslerden uyanılacağını nereden bilebilirdikki.....Nereden bilebilirdikki düşlerden birden bire uyanılıverceğini, gün geldi masal bitti, düş bitti.......İşte o zaman anlıyoruz , umudun bir başka rengininde siyah olduğunu ..........
Sen üzülürken sen ağlarken o başka limanlara demir atmıştır bile...veda anı geldiğinde dost kalalım demiştir oysa bu söz , çok önceden gittiğinin belirtisidir...O çoktan kararını vermiştir....Giden gitmiştir artık kalan gidenin azlığı ile çoğalırken dilinde hüzünlü bir şarkı, içinde kocaman bir mavilik kalır....düşlerimiz ıssızlaşır, uykular hep eksik kalır....Hani mavilerde aşkı yaşamak güzeldi hani maviler hiç üşütmezdi, öyleyse nedir bu ölü soğukluğundaki üşümeler. Keşkeler başlar hayatımızda, keşke tanımasaydım kançanağına dönmedi gözlerim , keşke hiç tanımasaydım üşümezdim böyle ölü soğukluğunda,keşke hiç tanımasaydım güneşssiz dünyamda kavrulmazdı ciğerlerim, keşke hiç tanımasaydım öksüz ve yetim kalmazdı buz tutmuş yüreğim........
Beni guzel hatırla!
Bunlar son satırlar...
Farzet ki, bir ruzgardim, esip geçtim hayatından
ya da bir yagmur sel oldum sokagında
sonra toprak cekti suyu...
Kaybolup gittim, belki de bir ruya idim senin için.
Uyandın ve ben bittim............
demek ne kolay değilmi, hani mavilerde sonsuz aşk vardı, hani maviler üşütmezdi.....

"Susuz bırakırdım yaz bahçelerini
Bilseydim geceçek bu tedirginliğim
Bilseydim beni bırakıp gideceğini
Ağlamazdım, ağlamazdım..."

Şunu anladım bu dünya korkaklarla dolu, hiç kimse yüreğine ve yüreğindekine sahip çıkacak kadar cesur değil...Onlar kendilerini öyle zannetselerde.......

Ferdoğan

Bir Tek Seni Unutmam


Bir başıma bu kentin sokaklarında yürüyorum.Üşüyorum.Ne kadar uzaksan bana o kadar soğuyor hava.Sen yoksan,sıcaklık hep mevsim normallerinin altında.Bu yüzden meteoroloji raporları bile umrumda değil.Kar mı yağıyor yoksa yağmur mu,bana ne?Ben senin hasretinle sırılsıklamım zaten,daha ne kadar ıslanabilirim ki?
Burada mısın değil misin belli değil.Bazen gidişlerin kahramanı oluyorsun,bazen sonsuz kalışların.Doyumsuz gecelerdesin kimi zaman,bazen de yalnız karanlıklardasın.Bitmek bilmez bir şarkısın;ama,ben mi notaları yanlış basıyorum da sen bu şarkıyı söylemiyorsun?Neden susuyorsun?
Aşkın sessizliği ne kadar korkunç olur bilir misin?Bir tek kelimeye hasret geçen gecelerin hesabını soracağın kimse de yoktur üstelik.Kendi kendiyle konuşana deli derler ya,beni çoktan akıl hastanesine kapatmaları gerekirdi.Hem de iflah olmaz hastalar bölümüne...
Yokluğuna alışmaktan korkuyorum,ne kadar kötü...Yokluğunu yürüyorum sokaklarda.Yokluğunu içiyorum kadeh kadeh.Hiç gelmeme ihtimalin bir idam mahkumuna dönüştürüyor beni.Hiçbirşey yapmadan beklerler ya hücrelerinde,ölümün soğuk nefesini hissederek...Anlamlı olan bir şey yoktur onlar için.Belki de bir an önce ölmektir akıllarından geçen,bu bekleme işkencesi bitsin diye...Bu yokluk hissi öldürecek beni...
Gelebilme ihtimalin ise yüreğimdeki kuşları havalandırıyor,kanat seslerini duy.Gelmek iste yeter ki,yorulmayasın diye kuşlarım taşır seni bana.Bir görsem yüzünü,ah bir dokunsam sana...Göreceksin,sevdanın çiçek çiçek açtığını,umudun bir yangın gibi alev alev ikimizi birden sardığını.Anladım ki mümkün değil seni sensiz yaşamak.Ben o gönlü genişlerden değilim.Madem içimdesin,yüreğimde taşıyorum seni,o zaman yanımda da olmalısın.Sensiz yaşanmayacak bu aşk ötesi yok.
Şimdi yalnız geceleri seviyorum.Seni yıldızlarda buluyorum.Daha bir dayanılır oluyor sensizlik sancısı.Mümkünü yok çıkmayacaksın aklımdan,bu yüzden gece,el ayak çekilmişken,hiçbir ses yokken seni düşünmek(yokluğunu değil ama)daha iyi.Bütünüyle sen oluyorsun o zaman her yerde.Ne kadar yakışıyorsunuz birbirinize,sen ve gece...

ZAMAN GEÇER,HERŞEY UNUTULUR,BİR ÖRTÜYLE KAPLANIR ACILAR,AMA...''BİR TEK SENİ UNUTAMAM''...

Şimdiki Aşkaları Düşündüm


Oysa gerçekte...
Şimdiki Aşkları düşündüm ardından hani artık aşkın tanımlaması değişti dediğimiz aşkları.Aşkın tanımı ne idi? Şimdi ne oldu? Mağazada katlanan kazaklar gibi aşklar artık, müşteri gelir tek tek kazaklar tezgaha iner müşteri gider kazaklar tek tek katlanır raflara konur,aynen böyle işte aşklar katla koy sonra bir diğerini al katla koy çabuk çabuk ve aynı aynı.

Yaklaşmalar aynı söylenen sözler aynı, mutluluğu kısa mutsuzluğu kısa bu kadar yoz. Hele net dünyası aşkları komplimanlar da aynı kavgalarıda.

İnce hastalık diye bir şey varmış eskiden bir diğer adı verem, aşk yüzünden bu hastalığa yakalanan sonrada ölenler olurmuş. Türk filmlerinde izlerdik komik melodramlar derdik güler geçerdik ama bunları gerçekte yaşayanlarda varmış.

Hangisi daha iyi acaba bir iki timsah gözyaşı döküp ardından diğer kazakları katlamakmı, yoksa derin derin sindire sindire yaşamakmı?

Aceleyiz...
Niye acele ederiz biten aşkların ardından hemen unutmak ve dahi unutturulmak için? Acı yı yaşamak istemeyiz ,oysa ayrılıklarında sevdaya dahil olduğunu ve mutlaka yaşanması gerek olduğunu bilmeden.Gerçekte isen başka mekanlara sanalda isen başka sitelere neden dalar insanlar.

En acı olan ise ardından gelen arsızlıklar oluyor, İnsanlar yaşamak istemediği acısını başkasının sözlerinde avuntulanıyor,o bitiyor sonra bir diğeri sonra bir diğeri gittikçe arsızlaşan duygular, bilmiyorki insanlar aşkları değil kendilerini tüketiyorlar her geçen gün biten her geçen gün daha az hissedilen duygular.

Aşkın tanımı yok artık...
Kimisi aşkı yaşadığını zanneder sonra birgün bakarki yaşadığı bir oyun ve oyunun seni gelmiş,aaa oyun bitti!!! hadi başka bir oyuna.
kimisi üzülür ,sonra bir bakar üzülmüyor aaaaaaaaa aşk bitmiş, kafası karışır yahu ne zaman başladı da ne zaman bitti, amaaan canım düşünmeye ne gerek var bitti ise bitti.

kimi de bakarki üzülmüyor ama üzülmesi gerekmezmiydi? işte o zaman üzülmediğine üzülür.

Aşk gitmiş...
Küresel ısınma var dünya elden gidiyor, savaşlar bencillikler toprak kavgaları var hepsi sıra ile gidiyor, sağlıklarımız gidiyor çünkü bir takım insanlar bu süreci bile hızlandırıp yavaş yavaş zehirleyerek bunu başarıyorlar.herşey elimizden uçup gidiyor.

Aşk ise çoook önceden gitti...En akıllısıda oymuş sizlere ben çok fazlayım kendimi size kirlettirmeyeceğim dedi ve o çoktan biz insanları bırakıp gitti.

Netten alıntı

Gecenin Siyahını Saçlarında Taşıyan Adam.


"Hep bir gün benden önce birini sevmenden korktum. Çok sevmenden korktum. istedim ki hayatında en çok beni sev. Benim yerim başka olsun. Çünkü ben seni öyle seviyordum. Başka dudaklarda aşkı aradım hataydı. Ama asla başka ruhları giymedim üzerime. Sonra nadasa bıraktım kalbimi.

Benim en kötü huyum hayal etmekti
En çok seni
En çok ellerini
En çok sesinin dudaklarımda bırakacağı yankıyı hayal ettim.

Nadasa bıraktım kalbimi
Yürekten seveyim seni diye
Gönülden seveyim seni diye
Oysa senin kalbin nadasa bırakılmazmış bilmedim

Benim en kötü huyum
Senin de bir gün benim seni sevdiğim kadar seveceğini sanmaktı
Vazgeçmedim.

Nadasım devam ediyor
Sevmeye seni severek başlayacağım
Sen biliyorsun sen
Ve mevsimleri bahara bağladım hep geleceksin diye.

Adını söyleyince kısılır sesim...
Susarım hep
Sana susarım nadasımı boz.

Biliyorum aslında bu yazık hikayenin hiçbir yerindeyim, neden soruyorum kendime.
Aynaya baksam görüyorum kendimi bir kenar süsü sadece. Boyalı cümleleri olan.
Peki boyalar akınca harflerden tek bir harf susuzluğumu giderecek mi?
Susma!
Konuş lütfen.

Adını andıkça kısılır sesim.
Susarım susadım, yoksun.
Adın yasak cennetimdir diyemem
Susarım susadım sana
iç sesimle konuşma
Susma susma...

Bekledim gelmeni bekledim severek bekledim seni
Beklemeyi seninle sevdim.

Geldin

Sen misin dedin
Benim dedim

Baktın öylece
Tanışıyorduk sanki

Hiç konuşmadan sarıldık
Kelimeler kapı arkasında

Mutlu et beni dedim bir daha hiç olmayacağım olamayacağım kadar

Baktın evet der gibi

Dudakların kalbim gibi vuruşlarını bedenimde hissettim
Soyunduk tüm cümleleri, birbirimizi giyindik
Üşümedim seni kendime sardım beni sana

Sormadım hiçbir şey
Sen de söylemedin

Öylece hesapsızca
Sıcaktık alevin en koyu rengi yansıdı bizden
Dokundum bir daha dokunamam belki diye hiç düşünmeden sonumu

Bire bir olduk tek bir beden tek bir kelime
Yağmaladık birbirimizi
Sen benden aldın ben senden
Yağmaladık birbirimizi

Sen sustun ben söylemedim
Senden öğrendim sessiz harflerle konuşmayı

Aramızda tenden bir bağ
Kapadım gözlerimi
Ne yüzün ne o gözlerin hiçbir şey görmeden

Ah o kokun sadece tenini damıtmışcasına benim içime akan
Sen gideceksin ya kolaysa alsana benden kokunu.

Kapattım gözlerini görme en mahçup, utangaç halimi, görme kollarının arasında titreyen özlemleri.

Dursun dünya ben senin kollarına kalıyım.
Ben şimdi seninleyim
Temizle tüm geçmişini bende
Ben senle başlayayım

Sen bendeki aşkın asi figüranı, teninin gölgesi tenimde..
Lokma lokma kaynarken birbirine biz,
Konuşma konuşmam ben

Giderken baktım son kez beyaz yatağa kızıl güneş gibi renge bürünen
Sana baktım bu ilk ve son belki diye düşündüm

Dudaklarım sende kaldı sakın geri verme
Artık ihtiyacım yok konuşmaya dokunmaya

Peki kalbin dedin
Gözlerinde kalbimi gördüm
O senin zaten hiç benim olmadı ki
Sende kaldı dedim her şeyim
Artık hangi organlarım sağ kaldıysa onlarla devam edeceğim hayata

Gülümsedin yine yarım
Hiç bütüm gülmedin ki

Peki sevdin mi beni dedim
Sustun

Benim kadar sever misin dedim, hayatında en çok beni sev tüm kadınlardan.
Baktın sadece

Giderken baktım son kez beyaz yatağa kızıl güneş gibi renge bürünen
Birkaç nota gördüm biz olduğumuz yerde birkaç yarım cümle

Yalan olsada söyle sevdim de bilsemde gerçeği
Sen sustun ben düşlerime devam ettim

Korkum Sana böyle akmaktan değil,
Korkum bir günlük düş olmaktı

Ben senleyken bir anlığına da olsa benimle miydin?

Benim en güzel huyum sevmekti
En çok seni
En çok ellerini
En çok sesinin dudaklarımda bıraktığı yankıyı sevdim

Bana bir şarkı söyle içinde adım geçsin özlem de

Sesini bırak ruhuma seni duymak istiyorum tüm fısıltılarda
En çok ben seni sevdim
Onurumdan çok sevdim kendimden
Sen sustun beni sessizliğinden bile çok sevmedin

Bu yazık hikayenin neresindeyim.
Sensiz olan tüm bölümlerde başroldeyim."

Buruk Sevdalar


Öyle buruk bir tadı var ki bu gece sevda şarkılarının... inan dinleyesim gelmiyor... sanki aşkın adını duydukça içim ürperecek gibi... bir kahvenin dost kokusunda demliyorum ruhumu... bir sigara yakıyorum...
mırıldandığım şarkılar kaybolup gidiyor gecenin koyusunda...
aşkın en gece hali bu olsa gerek... gecenin aşksız olanı kadar gerçek...
yalnız mıyım şimdi... yok mu kimse... sensiz miyim ben... karanlıkta mıyım... sen de sever misin geceleri... alem uykuya dalmışken... yorgun ruhlar dinlenirken... burda manasız bir bekleyişi kendime durak eden ben miyim... gecenin matemi mi aşkıma sardığım... yoksa olmayışına yakılan ağıtların sessiz çığlıkları mı... seni nerede bulurum bilmem...
bulduğumda benim olur musun... bilmem...

Gece kokan bir şiir yazmak istedim sana... olmadı...
lacivert harfleri uykuya saldım... kasvetimden kaçar oldular...
sana nihavend bir şarkı söylemek isterdim oysa...
gelmedi sözler dilime... üşüdüm... yokluğun ayaz oldu bu eylül akşamında... serin oldu gece... beni ısıtan mateme sarılıp dalıyorum uykumun huzur denizine...


Hoşçakal


Elimde değil gidiyorum denedim olmuyor.

sen beni sadece sarışın deniz kızı bil ve hep öyle kal
bir deniz kızı olayım aklında.

içimde bir ağaç gibisin şimdi
deremiyorum dallarını
hiçbir şeyinim ama işte bu yüzden gidiyorum
sana artık yazmak istemiyorum.
seni sevdiğimi düşünmek istemiyorum.

ben senin hiçbir şeyinim.
anca yeni anladım.
sevmem zaman aldı unutmam ne kadar alır bilmem.

bende sana ait bir şeyler olsun istedim hep olmadı. el yazın, bir küçük fotoğraf, bir kitap; sayfaları yer yer yırtık,çizik arkasında önünde notlar, karalamalar, bir gömlek üzerinde kokunun hala durduğu bir yastık yalnız senin uyuduğun. bende sana ait bir şeyler olsun istedim. yok, hiç olmadı. bilmedin önceleri, bilseydin olur derdim olmuyor. bende sana ait bir şey yok. sensiz seni yaşadığım seneler.bizim ortak anımız yok.

bizim hiç ortak anımız olmadı! benim içimde biriktirdiklerim. sensiz geçen yılları omzuma şal yerine yük etmişim. bilmedim aşkın sustukça büyüdüğünü. ses vermedim. sormadın ki sen hiç, ben de söylemedim. geçmedi susmadım. yokluğunu kendime düş eyledim. bir şarkı gibi çalındı bana varlığın. sorma son susan söylemiyor bu kez son sözü kalbiyle. ben söylüyorum.

yabancı bir şarkı gibiyim senin dilinde, bölük pörçük.
sigaranın içilmemiş tarafıyım
öksürük gibiyim en kanlısından
şarkıların hüzün makamıyım.

ortak tek bir fotoğrafımız bile yok!
ben adsiz bir özlemim
yağmur yemiş bir deniz gibiyim

bakıyorum kendime göz bebeklerime bakıyorum seni görüyorum.
evet hala evimin tatlı küçük kızıyım hayat büyütmedi, hala 13'deyim.
seni ilk sevdiğim yaşta 18'imde.

inanmazsın sen bir deniz kızına
deniz kızları ağlamaz sarılmazsan onlara

o denizin mavisine mavinin şarkısına ve sana aşık

bir deniz kızın var hiç unutma
o sen kötü oldukça ağlıyor sana.

temmuzları şubata çeviren kara adam
tüm şarkılar sözsüz artık
seni duymuyorum

sesini duymadığım günü yok sayardım
artık yoksun yaşadığım gün yok.
sesin yaşama nedenim o yok.

yabancı şarkılar dinle anlama tek kelime.

Benim en güzel huyum sevmekti
En çok seni
En çok ellerini
En çok sesinin dudaklarımda bıraktığı yankıyı sevdim

Bana bir şarkı söyle içinde adım geçsin ozlem de

Sesini bırak ruhuma seni duymak istiyorum tüm fısıltılarda
En çok ben seni sevdim
Onurumdan çok sevdim kendimden
Sen sustun beni sessizliğinden bile çok sevmedin

Bu yazık hikayenin neresindeyim.
Sensiz olan tüm bölümlerde başroldeyim!

ne güzel şey kendi yörüngeleri etrafında dönenleri sevmek!

safaklar bana artık karanlık

artık sonbahar otellerinde bir üniversiteli kız uykusu bulamayacaksın.
ben senin hiçbir şeyinim.
rahatlasın kalbin,
bittim.

sessiz olduğum sürece yoksun.

tıp!
gittim."